Merhabalar! Konu sıkıntısından yazılarıma bir süre ara
vermek durumunda kaldım. Materyalim bitti sanırım. Her hafta, hatta her gün
içerik üretmek kim bilir ne kadar zordur, ben ortalama 3 haftada bir yazıyorum
ama onda bile tıkanmaya başladım.
Bugün ilişkiler üzerine konuşmak istiyorum. Yine kendi görüş
ve gözlemlerim ağırlıkta olacak. İnsanlar aradıkları “ruh eşini” ya da
hayatlarının bir döneminde onlara eşlik eden insanları bulduğunda ne oluyor,
neler kazanıp neler kaybediyorlar, bunları konuşmak istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde kuzenim Antalya’ya geldi. Ona, artık
aşık olmak istediğimi, seviyeli güzel bir ilişki yaşamaya pozitif baktığımı
söyledim. O da bu konuları aşırı gereksiz gören biri. “Neden böyle bir şeye ihtiyaç
duyuyorsun ki? İlişki dediğin şey seni aşağıya çeken, vizyonunu daraltan bir
engelden başka bir şey değil.” Bana bu cümleleri kurdu. Yani şöyle bir düşününce,
o da haklı. Neden hayatımızı biriyle paylaşmak istiyoruz? Bireysel olarak var
olmak değil de, başkasıyla bütün olma yolunu seçiyoruz? Ben yalnızlıktan
şikayetçi değilim aslında. Kendimle olmayı da seven biriyimdir. İnsan o an sahip
olamadığı şeye imrenir ya, bendeki de o durum sanırım. Bir taraftan korkuyorum,
istediğin kadar mantıklı, aklı başında biri ol, o işlere girince kısa devre
yapıyorsun. Kendine verdiğin sözler, aldığın kararlar hep yalan oluyor. Bir kere
gerçekten hayatın kısıtlanıyor. Hoş, bazı kadınlar da kısıtlanmayı seviyor. Ben
ne kısıtlamak, ne de kısıtlanmak istiyorum açıkçası. Bir erkeğin gavatlık
sınırını aşmaması, maçoluğa da kaymaması gerekiyor bana göre.
Biraz ilişki çeşitlerini irdelemek istiyorum. İlk durağımız
erken yaşta başlayan, uzun süreli ilişkiler. Ben liseden beri sevgili olup
devam ettiren insanları oldum olası anlamamışımdır. Eh, onlar da muhtemelen
benim düşüncelerimi ütopik buluyordur. Yani ben kimseyi eleştirmek maksadında değilim.
Tamamen farklı mentalitedeyiz ve bu da doğal. Eleştireceksem de saygı çerçevesinde
eleştireceğim sdgshj.
Lise çağı hormon aktif bir dönem (benim için pek değildi). Gençler
sevgili yapmaya hevesli, işte flörtler, mesajlaşmalar, okulun bahçesinde
turlamalar falan. Hala daha çocuksun, hele karşındaki erkek senden bir milyon
kat daha çocuk. İşte bu koşullarda başlayan bir ilişki günümüze kadar nasıl
uzanabiliyor, buna gerçekten akıl sır erdiremiyorum. Bu nasıl bir
adaptasyondur? Nasıl bir sıkılmamaktır, birbirine doyamamaktır? Bir de hiç
başka insanları merak etmiyorlar mı? Yetişkin yaşta flört etmek nasıl bir duygu,
yeni birini tanımak nasıl bir şey diye akıllarından geçirmiyorlar mı? Bu kadar mı
mutlular yani, gözleri dışarı kaymayacak kadar? Kafamda bu sorular dönüyor
işte. Ya ben şerefsizim, ya da onlar fazla şerefli insanlar. Bazı çiftler var,
artık 9-10 sene olmuş, ilişkinin karşılıklı olarak boku çıkmış, aldatmalar
gırla gidiyor ama hala daha ayrılmıyorlar. Bu da bağımlı kişilik bozukluğu
yani. Kesinlikle patolojik. Üçüncü arayan şerefsizleri söylemiyorum bile
shgdjf.
Üniversitenin başında sevgili yapan kategoriye geliyorum
şimdi de. Bu benim fikrime göre, lisede başlayan ilişkiye nazaran daha
sağlıklı. En azından artık reşitsin yani. Kafa biraz daha çalışıyordur. Buradaki
sıkıntılı durum, başladığın ilişkinin gayet güzel gitmesi. E ayrılacak durum
yok ortada, her şey gayet olağan. Ayrılmaya ayrılmaya evleniyor bu çiftler. Yine
yaşanmamışlıklar, yine acaba o olmasa hayatım nasıl olurdular, soru işaretleri.
Yani ben olsam böyle düşünürdüm; ama herkes benim gibi olmak zorunda değil
tabii ki. Belki de tam aksine, “İyi ki karşıma o çıkmış, gereksiz insanlarla
muhatap olmadım” diye düşünüyorlardır. Bense ilk sevgilimle ayrıldığıma göbek
atar haldeyim şu an. Tabii o zamanlar üzülmüştüm, bugünkü farkındalığıma varmam
yaklaşık bir senemi aldı. İnsan o yaşta daha bir romantik oluyor, birlikte yuva
kuracağız, hiç ayrılmayacağız falan filan. Artık biriyle o hayalleri
kurabileceğimden pek emin değilim açıkçası. Gözüm açıldı da iyi mi oldu, yoksa
kötü mü bilemiyorum.
Üçüncü kategori, sanırım benim içinde bulunduğum grup. İlişkilere
önyargılı bakan; ama içten içe güzel bir şey yaşamak isteyen insanlar. Çok gözlem
yapmış, herkesten sıkılmış, beğeni eşiği yükselmiş, milletin ilişkisine atar
gider yapan ama gerçekten sevme duygusunu da özleyen insanlar. Ühühühü ağlicam
şimdi, kendime acıdım bir an. Her şey saf ve temizken, cahillik mutlulukken mi
güzeldi, yoksa şimdi mi güzel olacak? Bir kere güvenmek ne derece mümkün artık?
Kendini tam olarak nasıl açabilirsin? Duygular ne derece saf olabilir? Diyelim ki
kendini açtın, ya üzülürsen? Bu tabii ki her ilişkide mümkün; ama sen diğer insanlardan
daha gözü açık olduğunu düşünürken oltaya gelirsen, bunun acısı daha büyük
olur. İşin içine ego giriyor çünkü. “Bize de mi menü?” egosu.
Dördüncü kategori, benim pek hakim olmadığım, win-win
anlayışı ile süren birlikteliklere pozitif bakan insanlar. Bu ilişkilerde mantık ön
planda olacak, eğer durum ciddileşecekse de iki taraf da kendi kazancına bakacak.
Profesyonel bir birliktelik yani. Bu artık farkındalığın son raddesi. Bazı durumları,
tabuları kesinlikle aşman gerekiyor. Mesela ben henüz bu aşamaya gelmedim. Gelirsem
çok üzülmem ama. Mantıklı neticede. İki taraf da ne istediğini bilecek olgunluğa
ulaşmış, kafa yapısının uyuşacağı bir insan arıyor.
24 yaş ilişkiye başlamak için erken mi, geç mi emin
olamıyorum. Tabii çoktan evlilik yoluna girmiş yaşıtlarım varken bu soruyu
sormam komik kaçabilir; ama ben kendime istinaden konuşuyorum. Acaba içimdeki
hevesi yaşamalı mıyım, yoksa kendimi frenleyip biraz insan mı tanımalıyım? Ben
zaten evliliği 30’un üstünde yapmayı planlıyorum. Eğer şu anki dönemde ciddi
ilişkim olursa evliliğe gitme ihtimali olur. Bu düşünce de beni pek açmıyor
açıkçası. Sıkılma ihtimalim var. Böyle de bir şerefsizim.
Diğer yandan artık aşık olmak istiyorum. Benim aşık olabilmem için, çoğu insanın aksine beynimle sevebilmem gerekiyor. Aklıma yatmayan birine aşık olabileceğimi sanmıyorum. Çünkü bana göre aşk hayranlıktır. Kimisi hayran olurken sadece tipe bakar, abayı yakıverir. Yalnızca tipin bir sikime yaramadığını yeterince gözlemlediğimi düşünüyorum. Hayran olacağım durum, tüm uygun koşulların bir araya gelmesiyle olabilir herhalde. Henüz yaşamadığım için sadece akıl yürütebiliyorum. Bakalım, göreceğiz.
Görüyorsunuz insan işsizken nelere kafa yoruyor. Napayım, aklımı
bir şekilde meşgul etmek zorundayım. Sürekli nereye yerleşeceğimi düşünmek
istemiyorum. İzmir bekliyorum seni. Sen bi ol da, bunların hepsi fasa fiso. Yalandan
uğraşlar.
Sanırım yazımı burada sonlandırıyorum. Aklınıza gelen,
yazmamı istediğiniz bir konu varsa dm’den ulaşabilirsiniz. Zaten çoğunuz
takipçimdir diye düşünüyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzeree! Umarım güzel
haberlerle gelirim!