Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Nisan 2018 Salı

İlişkiler ve Kategorileri


Merhabalar! Konu sıkıntısından yazılarıma bir süre ara vermek durumunda kaldım. Materyalim bitti sanırım. Her hafta, hatta her gün içerik üretmek kim bilir ne kadar zordur, ben ortalama 3 haftada bir yazıyorum ama onda bile tıkanmaya başladım.

Bugün ilişkiler üzerine konuşmak istiyorum. Yine kendi görüş ve gözlemlerim ağırlıkta olacak. İnsanlar aradıkları “ruh eşini” ya da hayatlarının bir döneminde onlara eşlik eden insanları bulduğunda ne oluyor, neler kazanıp neler kaybediyorlar, bunları konuşmak istiyorum.

Geçtiğimiz günlerde kuzenim Antalya’ya geldi. Ona, artık aşık olmak istediğimi, seviyeli güzel bir ilişki yaşamaya pozitif baktığımı söyledim. O da bu konuları aşırı gereksiz gören biri. “Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsun ki? İlişki dediğin şey seni aşağıya çeken, vizyonunu daraltan bir engelden başka bir şey değil.” Bana bu cümleleri kurdu. Yani şöyle bir düşününce, o da haklı. Neden hayatımızı biriyle paylaşmak istiyoruz? Bireysel olarak var olmak değil de, başkasıyla bütün olma yolunu seçiyoruz? Ben yalnızlıktan şikayetçi değilim aslında. Kendimle olmayı da seven biriyimdir. İnsan o an sahip olamadığı şeye imrenir ya, bendeki de o durum sanırım. Bir taraftan korkuyorum, istediğin kadar mantıklı, aklı başında biri ol, o işlere girince kısa devre yapıyorsun. Kendine verdiğin sözler, aldığın kararlar hep yalan oluyor. Bir kere gerçekten hayatın kısıtlanıyor. Hoş, bazı kadınlar da kısıtlanmayı seviyor. Ben ne kısıtlamak, ne de kısıtlanmak istiyorum açıkçası. Bir erkeğin gavatlık sınırını aşmaması, maçoluğa da kaymaması gerekiyor bana göre.

Biraz ilişki çeşitlerini irdelemek istiyorum. İlk durağımız erken yaşta başlayan, uzun süreli ilişkiler. Ben liseden beri sevgili olup devam ettiren insanları oldum olası anlamamışımdır. Eh, onlar da muhtemelen benim düşüncelerimi ütopik buluyordur. Yani ben kimseyi eleştirmek maksadında değilim. Tamamen farklı mentalitedeyiz ve bu da doğal. Eleştireceksem de saygı çerçevesinde eleştireceğim sdgshj.

Lise çağı hormon aktif bir dönem (benim için pek değildi). Gençler sevgili yapmaya hevesli, işte flörtler, mesajlaşmalar, okulun bahçesinde turlamalar falan. Hala daha çocuksun, hele karşındaki erkek senden bir milyon kat daha çocuk. İşte bu koşullarda başlayan bir ilişki günümüze kadar nasıl uzanabiliyor, buna gerçekten akıl sır erdiremiyorum. Bu nasıl bir adaptasyondur? Nasıl bir sıkılmamaktır, birbirine doyamamaktır? Bir de hiç başka insanları merak etmiyorlar mı? Yetişkin yaşta flört etmek nasıl bir duygu, yeni birini tanımak nasıl bir şey diye akıllarından geçirmiyorlar mı? Bu kadar mı mutlular yani, gözleri dışarı kaymayacak kadar? Kafamda bu sorular dönüyor işte. Ya ben şerefsizim, ya da onlar fazla şerefli insanlar. Bazı çiftler var, artık 9-10 sene olmuş, ilişkinin karşılıklı olarak boku çıkmış, aldatmalar gırla gidiyor ama hala daha ayrılmıyorlar. Bu da bağımlı kişilik bozukluğu yani. Kesinlikle patolojik. Üçüncü arayan şerefsizleri söylemiyorum bile shgdjf.

Üniversitenin başında sevgili yapan kategoriye geliyorum şimdi de. Bu benim fikrime göre, lisede başlayan ilişkiye nazaran daha sağlıklı. En azından artık reşitsin yani. Kafa biraz daha çalışıyordur. Buradaki sıkıntılı durum, başladığın ilişkinin gayet güzel gitmesi. E ayrılacak durum yok ortada, her şey gayet olağan. Ayrılmaya ayrılmaya evleniyor bu çiftler. Yine yaşanmamışlıklar, yine acaba o olmasa hayatım nasıl olurdular, soru işaretleri. Yani ben olsam böyle düşünürdüm; ama herkes benim gibi olmak zorunda değil tabii ki. Belki de tam aksine, “İyi ki karşıma o çıkmış, gereksiz insanlarla muhatap olmadım” diye düşünüyorlardır. Bense ilk sevgilimle ayrıldığıma göbek atar haldeyim şu an. Tabii o zamanlar üzülmüştüm, bugünkü farkındalığıma varmam yaklaşık bir senemi aldı. İnsan o yaşta daha bir romantik oluyor, birlikte yuva kuracağız, hiç ayrılmayacağız falan filan. Artık biriyle o hayalleri kurabileceğimden pek emin değilim açıkçası. Gözüm açıldı da iyi mi oldu, yoksa kötü mü bilemiyorum.

Üçüncü kategori, sanırım benim içinde bulunduğum grup. İlişkilere önyargılı bakan; ama içten içe güzel bir şey yaşamak isteyen insanlar. Çok gözlem yapmış, herkesten sıkılmış, beğeni eşiği yükselmiş, milletin ilişkisine atar gider yapan ama gerçekten sevme duygusunu da özleyen insanlar. Ühühühü ağlicam şimdi, kendime acıdım bir an. Her şey saf ve temizken, cahillik mutlulukken mi güzeldi, yoksa şimdi mi güzel olacak? Bir kere güvenmek ne derece mümkün artık? Kendini tam olarak nasıl açabilirsin? Duygular ne derece saf olabilir? Diyelim ki kendini açtın, ya üzülürsen? Bu tabii ki her ilişkide mümkün; ama sen diğer insanlardan daha gözü açık olduğunu düşünürken oltaya gelirsen, bunun acısı daha büyük olur. İşin içine ego giriyor çünkü. “Bize de mi menü?” egosu.

Dördüncü kategori, benim pek hakim olmadığım, win-win anlayışı ile süren birlikteliklere pozitif bakan insanlar. Bu ilişkilerde mantık ön planda olacak, eğer durum ciddileşecekse de iki taraf da kendi kazancına bakacak. Profesyonel bir birliktelik yani. Bu artık farkındalığın son raddesi. Bazı durumları, tabuları kesinlikle aşman gerekiyor. Mesela ben henüz bu aşamaya gelmedim. Gelirsem çok üzülmem ama. Mantıklı neticede. İki taraf da ne istediğini bilecek olgunluğa ulaşmış, kafa yapısının uyuşacağı bir insan arıyor.

24 yaş ilişkiye başlamak için erken mi, geç mi emin olamıyorum. Tabii çoktan evlilik yoluna girmiş yaşıtlarım varken bu soruyu sormam komik kaçabilir; ama ben kendime istinaden konuşuyorum. Acaba içimdeki hevesi yaşamalı mıyım, yoksa kendimi frenleyip biraz insan mı tanımalıyım? Ben zaten evliliği 30’un üstünde yapmayı planlıyorum. Eğer şu anki dönemde ciddi ilişkim olursa evliliğe gitme ihtimali olur. Bu düşünce de beni pek açmıyor açıkçası. Sıkılma ihtimalim var. Böyle de bir şerefsizim.

Diğer yandan artık aşık olmak istiyorum. Benim aşık olabilmem için, çoğu insanın aksine beynimle sevebilmem gerekiyor. Aklıma yatmayan birine aşık olabileceğimi sanmıyorum. Çünkü bana göre aşk hayranlıktır. Kimisi hayran olurken sadece tipe bakar, abayı yakıverir. Yalnızca tipin bir sikime yaramadığını yeterince gözlemlediğimi düşünüyorum. Hayran olacağım durum, tüm uygun koşulların bir araya gelmesiyle olabilir herhalde. Henüz yaşamadığım için sadece akıl yürütebiliyorum. Bakalım, göreceğiz.

Görüyorsunuz insan işsizken nelere kafa yoruyor. Napayım, aklımı bir şekilde meşgul etmek zorundayım. Sürekli nereye yerleşeceğimi düşünmek istemiyorum. İzmir bekliyorum seni. Sen bi ol da, bunların hepsi fasa fiso. Yalandan uğraşlar.

Sanırım yazımı burada sonlandırıyorum. Aklınıza gelen, yazmamı istediğiniz bir konu varsa dm’den ulaşabilirsiniz. Zaten çoğunuz takipçimdir diye düşünüyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzeree! Umarım güzel haberlerle gelirim!

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!