Herkese merhaba!
Son yazımın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. Bu bir
ayın ilk zamanları alçı nedeniyle yıpratıcı olsa da yine de boş olmak bana iyi
geldi. Birkaç gün önce İzmir’e döndüm. Alçım çıkalı iki hafta oluyor; ama ayak
parmağı kırıkları gerçekten zor iyileşiyormuş, bizzat yaşayarak gördüm.
Parmağım hâlâ şiş ve rahat bükemiyorum. Şükürler olsun ki kontrol görüntülemede
belirgin şekilde iyileşme görüldü. Biraz daha sabır, yani istirahat ile sağlığıma
kavuşacağım.
Raporluyken neler mi yaptım? İki tane kitap bitirdim.
Öncelikle son zamanlarda odaklanma problemi yaşadığım, başladığım her kitabı yarım bıraktığım için bu konuyla ilgili kendimi tebrik etmek istiyorum. Otomatik Portakal
zaten 1.5 günde bitti. Sonrasında da Kaan Sekban’ın Küçük Ünlü Uyumu kitabını
üç-dört günde bitirdim. Aslında daha da okuyabilirdim; ama kendimi Modern
Family’nin ve diğer Türk dizilerinin kollarına bırakmak daha konforlu geldi.
Alçım çıktıktan sonra havuzda yüzmek psikolojime en iyi
gelen şey oldu. Bir de yerde dans pratiği yapmak. Bu süreçte ayağıma yük
vermemem gerekiyordu; ama yerde çalıştığım hareketlerde bir sakınca yoktu. Ben
de floor work denilen bu tarz dans videolarını izleyip koreografilerine
çalışarak kendimi oyaladım. Dans etmek benim bir parçam. Her an aklımda. Her
nasıl erkekler 10 saniyede bir seks düşünüyorsa (bir ara böyle bir cümle
dolanıyordu ortalıkta, doğruluğu tartışılır) ben de dans düşünüyorum. Yeni bir
hareket, öğrenebileceğim yeni bir detay, yeni bir müzik… O kadar iç içe geçmişiz
ki isterse ayağım sakat olsun, bir şey fark etmiyor. Ayağa mı kalkamıyorum,
yerde dans ederim. Ayağımı mı kullanamıyorum kollarımla koreografi yaparım.
Yani belki de bir dansçının en çok korkacağı şeylerden biri olan uzun süreli
sakatlık deneyimini yaşamış oldum. Bana göre alnımın akıyla da çıkıyorum. Çok
şükür ki sakatlığım geri dönüşü olmayan bir durum değildi. Bir an önce tamamen
iyileştiğim günlere ışınlanmak istiyorum!
İstirahat ettiğim bu dönemde deneyimlediğim bir diğer ilginç etkinlik ise Sinematerapi oldu. Online seanslarla, önceden belirlenmiş olan filmleri izleyip konuştuğumuz, tartıştığımız bir yer. Moderatörler bir psikiyatrist ve bir psikologdan oluşuyor. Onların yönlendirmeleriyle analizler ve yorumlar yapıyoruz. Açıkçası seansın birinden çok memnun kalırken, diğerinde sinirlendiğimi hissettim. İzlediğimiz filmler Her filmi ve Malena filmiydi. Malena filminde güzelliğiyle tüm kasabanın dikkatini çeken dul bir kadının yaşadığı zorluklar anlatılıyordu. Kadının resmen güzel olduğu için cezalandırıldığı adi bir düzen varken bizim üzerinde durduğumuz konunun kıskançlık olması bana çok saçma geldi. Neredeyse kadın aşırı güzel olduğu için (Monica Bellucci) kıskançlıktan kudurup ona iftiralar atan, linç eden kadınlara hak verecektik seansta. Kıskançlık elbette ki her duygu gibi insani, insana ait olan bir duygu; ancak bu filmin ana fikri asla bu değildi diye düşünüyorum. Neyse, canım Malenam ben senin yanındayım merak etme.
Elbette ki son zamanlarda en motive halde izlediğim dizi olan Kızılcık Şerbeti'nden bahsetmemek olmaz. Dizinin bana göre kilit karakteri olan Nursema, yani Ceren Karakoç, eskiden Beni Affet diye bir hafta içi dizisinde oynuyordu. Günlük diziden prime time dizisine yükselmesi beni çok mutlu etti; çünkü gerçekten inanılmaz yetenekli bir kadın. Güya dizinin ana teması seküler ailenin kızıyla muhafazakâr ailenin oğlunun aşkıydı; ancak yan karakterler kendini öyle bir gösterdi ki artık kimsenin ilgisini Fatih ve Doğa'nın aşk hayatı çekmiyor. Fatih zaten sümsüğün, duruşsuzun önde gideni. Öyle bir kocam olsa uykusunda boğasım gelirdi yemin ederim. Dizide Kıvılcım'ı canlandıran seküler queen Evrim Alasya'ya da bayılıyorum. Ne yazık ki kendisi de muhafazakâr birine aşık oldu. Ömer Fatih'ten daha iyi bir çar elbette; ama işte muhafazakârlık öyle benliğinden söküp atabileceğin bir şey değil. Bu arada dizideki isim seçimleri muazzam. Sönmez, Kıvılcım, Alev. Resmen dindar bir aileye göre cehennem isimleri bunlar hahahahaha. Aşırı dindar ve kuralcı bir ailenin babası olan adam evli haliyle kızı yaşındaki kadına ilan-ı aşk ediyor. Gerçi Alev'e imam nikahı kıysa, ikinci eş olarak alabilir, dinen kılıfına uydurabilir kendi kafasında. Yani o kadar iğrenç, o kadar korkunç muhabbetler ki bunlar. Alev de yürüyen daddy issues. Senin ne işin olur o adamla ya? Neyse şimdilik bu kadar yorumlamak yeterli diye düşünüyorum. Kızılcık Şerbo'nun podcastini kaydetmek de gelecekteki planlarım arasında.
İzmir’e geldiğimde baharın geldiğini gerçekten hissettim. Hava
sıcaklığı o kadar yükselmiş ki Zonguldak’taki kış havasından sonra direkt olarak
yaza geçiş yapmışız gibi geldi. Güneşi o kadar çok seviyorum ki. Yurtdışında yaşayacaksam
da güneşli bir yerde yaşamalıyım. Avrupa’nın gün ışığı görmeyen şehirlerine
gitmeyi asla istemiyorum. Hiçbir zaman da böyle bir hayalim olmadı. Ben Antalya
gibi bir şehirde yaşamak istiyorum. Yaz sıcağı da beni hiç rahatsız eden bir
şey değil. Seçimleri bir görelim de, ona göre kararımızı vereceğiz artık.
İşe dönmeme 9 gün kaldı. Dokuz Eylül’de çalışacağım son 3
haftam olacak. 1 tane de nöbetim var bu ay. Allah’ım iki aydır nöbet tutmuyorum
ve o kadar özlemedim ki! Yanlış bilmiyorsam 10 yıl sonra EYT ile emekli olabiliyormuşum.
Açıkçası bu beni çok sevindirdi. Toplamda 15 yıl doktorluk yapıp emekli olmak
bence gayet yeterli. Adam olana çok bile. Sadece o döneme kadar ekonominin
düzelmiş olması lazım. Emekli maaşıyla nasıl geçinicem yoksa? Neyse düşünülür…
Son günlerde hayatımla ilgili ne hayaller kurdum, biraz da bundan
bahsedelim. Mecburi hizmette Zonguldak’a atanırsam (inşallahhhhh) orada dans
eğitmenliğine başlayacağım. Birçok üniversiteli genç var ve benim ilgilendiğim
High Heels ve Reggaeton türlerinde dans sınıfları yok. Genç insanların enerjisiyle
donatılmak insana yaşama hevesi verir. Dans etmek zaten başlı başına bir keyif
benim için. Umarım her şey yolunda gider ve bu hayalim gerçek olur. Kurduğum bir
diğer hayalse stand-up gösterisi yapmak. Kendimi çok komik buluyorum, keza
çevremdeki insanlar da. Podcast kanalımda stand-up yaptığım bir bölüm
kaydetmeye karar verdim. Bir deneyeceğim. Güldürmek konusunda bir endişem yok;
ama şakanın dozunu ayarlayamama konusunda var. Ofansif biriyim ve maalesef toplumumuz
ota boka duyar kasmaya çok meyilli. Şakaya gülüp geçmeyi başaramayan çok fazla
insan var. Neyse benim etim ne budum ne zaten, dinleyecek kişi sayısı en fazla
300 olur. Oradan da büyük reaksiyonlar gelmez diye düşünüyorum. Öfff yani daha
bir şey üretmeden, “ürettiğimde kimler taşlar” diye düşündüğün bir ülke burası
gerçekten yetoooo. Beğenmeyen dinlemesin valla. Bir diğer hayalimse ablamla
Bali’ye tatile gitmek. Son zamanlarda karşıma çıkan fotoğraflarından, videolarından
çok etkilendiğim bir yer. Hem doğası hem de eğlence hayatı mükemmel görünüyor. Ben
zaten her tatilimi balayı gibi yaşıyorum. Tek eksiğim bir damat. O da küçük bir
detay. Belki tatilde bulunur (yapıştırrrr).
Havalar ısınsın, kendimi ennnnnn özgür hissettiğim yer olan denizime
kavuşayım (dans pistiyle yarışırlar btw), durmaksızın dalıp çıkayım istiyorum. Yüzmek
is my love language gerçekten.
Bence epey uzun bir yazı oldu, sonlara doğru dikkatim dağıldı. En iyisi yazımı burada sonlandırayım. Hepinizi öpüyorum! (N’olur Zonguldak’a atanmam için bana dua edin. SÇS)