Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

2 Nisan 2023 Pazar

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!

Herkese merhaba!

Son yazımın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. Bu bir ayın ilk zamanları alçı nedeniyle yıpratıcı olsa da yine de boş olmak bana iyi geldi. Birkaç gün önce İzmir’e döndüm. Alçım çıkalı iki hafta oluyor; ama ayak parmağı kırıkları gerçekten zor iyileşiyormuş, bizzat yaşayarak gördüm. Parmağım hâlâ şiş ve rahat bükemiyorum. Şükürler olsun ki kontrol görüntülemede belirgin şekilde iyileşme görüldü. Biraz daha sabır, yani istirahat ile sağlığıma kavuşacağım.

Raporluyken neler mi yaptım? İki tane kitap bitirdim. Öncelikle son zamanlarda odaklanma problemi yaşadığım, başladığım her kitabı yarım bıraktığım için bu konuyla ilgili kendimi tebrik etmek istiyorum. Otomatik Portakal zaten 1.5 günde bitti. Sonrasında da Kaan Sekban’ın Küçük Ünlü Uyumu kitabını üç-dört günde bitirdim. Aslında daha da okuyabilirdim; ama kendimi Modern Family’nin ve diğer Türk dizilerinin kollarına bırakmak daha konforlu geldi.

Alçım çıktıktan sonra havuzda yüzmek psikolojime en iyi gelen şey oldu. Bir de yerde dans pratiği yapmak. Bu süreçte ayağıma yük vermemem gerekiyordu; ama yerde çalıştığım hareketlerde bir sakınca yoktu. Ben de floor work denilen bu tarz dans videolarını izleyip koreografilerine çalışarak kendimi oyaladım. Dans etmek benim bir parçam. Her an aklımda. Her nasıl erkekler 10 saniyede bir seks düşünüyorsa (bir ara böyle bir cümle dolanıyordu ortalıkta, doğruluğu tartışılır) ben de dans düşünüyorum. Yeni bir hareket, öğrenebileceğim yeni bir detay, yeni bir müzik… O kadar iç içe geçmişiz ki isterse ayağım sakat olsun, bir şey fark etmiyor. Ayağa mı kalkamıyorum, yerde dans ederim. Ayağımı mı kullanamıyorum kollarımla koreografi yaparım. Yani belki de bir dansçının en çok korkacağı şeylerden biri olan uzun süreli sakatlık deneyimini yaşamış oldum. Bana göre alnımın akıyla da çıkıyorum. Çok şükür ki sakatlığım geri dönüşü olmayan bir durum değildi. Bir an önce tamamen iyileştiğim günlere ışınlanmak istiyorum!

İstirahat ettiğim bu dönemde deneyimlediğim bir diğer ilginç etkinlik ise Sinematerapi oldu. Online seanslarla, önceden belirlenmiş olan filmleri izleyip konuştuğumuz, tartıştığımız bir yer. Moderatörler bir psikiyatrist ve bir psikologdan oluşuyor. Onların yönlendirmeleriyle analizler ve yorumlar yapıyoruz. Açıkçası seansın birinden çok memnun kalırken, diğerinde sinirlendiğimi hissettim. İzlediğimiz filmler Her filmi ve Malena filmiydi. Malena filminde güzelliğiyle tüm kasabanın dikkatini çeken dul bir kadının yaşadığı zorluklar anlatılıyordu. Kadının resmen güzel olduğu için cezalandırıldığı adi bir düzen varken bizim üzerinde durduğumuz konunun kıskançlık olması bana çok saçma geldi. Neredeyse kadın aşırı güzel olduğu için (Monica Bellucci) kıskançlıktan kudurup ona iftiralar atan, linç eden kadınlara hak verecektik seansta. Kıskançlık elbette ki her duygu gibi insani, insana ait olan bir duygu; ancak bu filmin ana fikri asla bu değildi diye düşünüyorum. Neyse, canım Malenam ben senin yanındayım merak etme.

Elbette ki son zamanlarda en motive halde izlediğim dizi olan Kızılcık Şerbeti'nden bahsetmemek olmaz. Dizinin bana göre kilit karakteri olan Nursema, yani Ceren Karakoç, eskiden Beni Affet diye bir hafta içi dizisinde oynuyordu. Günlük diziden prime time dizisine yükselmesi beni çok mutlu etti; çünkü gerçekten inanılmaz yetenekli bir kadın. Güya dizinin ana teması seküler ailenin kızıyla muhafazakâr ailenin oğlunun aşkıydı; ancak yan karakterler kendini öyle bir gösterdi ki artık kimsenin ilgisini Fatih ve Doğa'nın aşk hayatı çekmiyor. Fatih zaten sümsüğün, duruşsuzun önde gideni. Öyle bir kocam olsa uykusunda boğasım gelirdi yemin ederim. Dizide Kıvılcım'ı canlandıran seküler queen Evrim Alasya'ya da bayılıyorum. Ne yazık ki kendisi de muhafazakâr birine aşık oldu. Ömer Fatih'ten daha iyi bir çar elbette; ama işte muhafazakârlık öyle benliğinden söküp atabileceğin bir şey değil. Bu arada dizideki isim seçimleri muazzam. Sönmez, Kıvılcım, Alev. Resmen dindar bir aileye göre cehennem isimleri bunlar hahahahaha. Aşırı dindar ve kuralcı bir ailenin babası olan adam evli haliyle kızı yaşındaki kadına ilan-ı aşk ediyor. Gerçi Alev'e imam nikahı kıysa, ikinci eş olarak alabilir, dinen kılıfına uydurabilir kendi kafasında. Yani o kadar iğrenç, o kadar korkunç muhabbetler ki bunlar. Alev de yürüyen daddy issues. Senin ne işin olur o adamla ya? Neyse şimdilik bu kadar yorumlamak yeterli diye düşünüyorum. Kızılcık Şerbo'nun podcastini kaydetmek de gelecekteki planlarım arasında. 

İzmir’e geldiğimde baharın geldiğini gerçekten hissettim. Hava sıcaklığı o kadar yükselmiş ki Zonguldak’taki kış havasından sonra direkt olarak yaza geçiş yapmışız gibi geldi. Güneşi o kadar çok seviyorum ki. Yurtdışında yaşayacaksam da güneşli bir yerde yaşamalıyım. Avrupa’nın gün ışığı görmeyen şehirlerine gitmeyi asla istemiyorum. Hiçbir zaman da böyle bir hayalim olmadı. Ben Antalya gibi bir şehirde yaşamak istiyorum. Yaz sıcağı da beni hiç rahatsız eden bir şey değil. Seçimleri bir görelim de, ona göre kararımızı vereceğiz artık.

İşe dönmeme 9 gün kaldı. Dokuz Eylül’de çalışacağım son 3 haftam olacak. 1 tane de nöbetim var bu ay. Allah’ım iki aydır nöbet tutmuyorum ve o kadar özlemedim ki! Yanlış bilmiyorsam 10 yıl sonra EYT ile emekli olabiliyormuşum. Açıkçası bu beni çok sevindirdi. Toplamda 15 yıl doktorluk yapıp emekli olmak bence gayet yeterli. Adam olana çok bile. Sadece o döneme kadar ekonominin düzelmiş olması lazım. Emekli maaşıyla nasıl geçinicem yoksa? Neyse düşünülür…

Son günlerde hayatımla ilgili ne hayaller kurdum, biraz da bundan bahsedelim. Mecburi hizmette Zonguldak’a atanırsam (inşallahhhhh) orada dans eğitmenliğine başlayacağım. Birçok üniversiteli genç var ve benim ilgilendiğim High Heels ve Reggaeton türlerinde dans sınıfları yok. Genç insanların enerjisiyle donatılmak insana yaşama hevesi verir. Dans etmek zaten başlı başına bir keyif benim için. Umarım her şey yolunda gider ve bu hayalim gerçek olur. Kurduğum bir diğer hayalse stand-up gösterisi yapmak. Kendimi çok komik buluyorum, keza çevremdeki insanlar da. Podcast kanalımda stand-up yaptığım bir bölüm kaydetmeye karar verdim. Bir deneyeceğim. Güldürmek konusunda bir endişem yok; ama şakanın dozunu ayarlayamama konusunda var. Ofansif biriyim ve maalesef toplumumuz ota boka duyar kasmaya çok meyilli. Şakaya gülüp geçmeyi başaramayan çok fazla insan var. Neyse benim etim ne budum ne zaten, dinleyecek kişi sayısı en fazla 300 olur. Oradan da büyük reaksiyonlar gelmez diye düşünüyorum. Öfff yani daha bir şey üretmeden, “ürettiğimde kimler taşlar” diye düşündüğün bir ülke burası gerçekten yetoooo. Beğenmeyen dinlemesin valla. Bir diğer hayalimse ablamla Bali’ye tatile gitmek. Son zamanlarda karşıma çıkan fotoğraflarından, videolarından çok etkilendiğim bir yer. Hem doğası hem de eğlence hayatı mükemmel görünüyor. Ben zaten her tatilimi balayı gibi yaşıyorum. Tek eksiğim bir damat. O da küçük bir detay. Belki tatilde bulunur (yapıştırrrr).

Havalar ısınsın, kendimi ennnnnn özgür hissettiğim yer olan denizime kavuşayım (dans pistiyle yarışırlar btw), durmaksızın dalıp çıkayım istiyorum. Yüzmek is my love language gerçekten.

Bence epey uzun bir yazı oldu, sonlara doğru dikkatim dağıldı. En iyisi yazımı burada sonlandırayım. Hepinizi öpüyorum! (N’olur Zonguldak’a atanmam için bana dua edin. SÇS)

23 Şubat 2023 Perşembe

Günlükvari 15 - Uzaklaşmak

Herkese merhaba.

Bu satırları memleketim Zonguldak’tan yazıyorum. Neden mi buradayım? Ayak parmağımdaki kırık iyileşmediği için ayağım alçıya alındı. Bir ay istirahat edeceğim. Bu ikinci kırık tecrübem olduğu için bu konuyla ilgili fazla üzgün ve travmatize hissetmiyorum. Zaten beklediğim bir durumdu. Düştüğümde çatlak olduğunu tahmin ettiğim parmağımın iyileşmesi için istirahat etmem gerekiyordu ve kurtlu ben yerimde durmadığım için stres kırığı gelişti. Bu ayakla dans festivaline gittim, Amerika’ya gittim, geri dönünce dans okuluna gitmeye devam ettim. Yetmedi, uzmanlık sınavında bir saat stilettoyla ayakta durdum. Sonunda parmağım isyan etti haklı olarak. Artık kıçımın üstüne oturup kırığın iyileşmesini beklemekten başka şansım yok. Benim gibi devamlı dans eden, yerinde duramayan bir insanın sınavı da bu işte. Neyse ki süre fazla uzun değil, dayanabilirim. Koltuk değneklerine alışmam bir iki gün sürdü; ama artık iyiyim. Aile evinde minimum efor sarf ederek yaşantımı sürdürüyorum. Aslında bu boşluğa ihtiyacım vardı. Mental olarak zorlu bir dönem geçirdim. Depremle ilgili düşüncelerimi yazıp yazıp siliyorum. Kendimi ifade etmekte zorlanıyorum, ne desem bencilce olacak gibi geliyor. Üzüntümü tarif etsem, öfkemi anlatsam, yani ne yapsam, ne söylesem boş, tarifi imkansız bir felaket. Bu süreçte bir vatandaş, bir doktor olarak elimden ne gelirse yapacağım, sanırım metanetimi korumamı sağlayacak tek şey bu.

Nihayet uzman oldum. Hastane ortamından çok sıkılmıştım, içimden işe gitmek hiç gelmiyordu artık. Hastanedeki misyonumu tamamlamış gibi hissediyorum. Görev yerimin değişecek olması benim için güzel bir durum. Buraya atanmayı istiyorum. Bakalım yeni görev yerim neresi olacak? Nisan atamasına gireceğim için henüz zaman var.

Hareketsiz yaşantımda neler mi yapıyorum? Modern Family’ye başladım ve çok sevdim. Beni güldüren tek aktivitem onu izlemek. Bazen mata uzanıp belimi, bacaklarımı esnetiyorum, gökyüzünü seyrediyorum. Instagram ve twittera daha az girmeye karar verdim; çünkü ya ağlıyorum ya öfkelenip malum şahıslara küfür etmeye başlıyorum. Bu durum özellikle de immobil olduğum, beni iyi hissettirecek fiziksel aktiviteleri gerçekleştiremediğimden psikolojik anlamda daha kötü olmama sebep oluyor ve benim bu halde olmamın hiç kimseye bir faydası yok. O nedenle akıl sağlığımı korumayı önceliğim olarak belirledim. Yeğenim ve ablamla puzzle yapıyoruz. Ailemle TV dizisi izliyorum. Çok uzun zamandır dijital platform hariç Türk dizisi izlememiştim, annem karakterleri özetliyor, onlara adapte oluyorum. Buraya geldiğimden beri henüz kitabı elime almadım; ama Otomatik Portakal’a devam edeceğim. Martin Eden kitabını bitirdim. İşin ilginç kısmı, kitabı uzmanlık sınavına çalıştığım dönemde bitirmiş olmam. Yani ders aralarında kafam dağılsın diye okurken, kitabın asıl ilgi çekici kısmı başladı ve elimden bırakamaz oldum. Kitap beni gerçekten etkiledi. Jack London’un kendi yazarlık serüveninden esinlenerek yazdığı bir kitap. Ben direkt kendi yaşam hikayesi sanıyordum; ama öyle değil, sonuna gelince anladım… Kitaba dair yorumum şu: Her zaman olduğu gibi insanlıktan tiksiniyorsunuz.

Kendimle ve çevremdeki insanlarla ilgili psikolojik analiz yapmayı çok severim. Bu özelliğim son 2.5 yılda iyice belirginleşti. Artık kendimden sakladığım pek  bir şey kalmadı, kendime dürüst olmayı öğrendim. Bir duruma verdiğim tepkinin altında yatan nedeni anlamam oldukça kısa sürüyor artık. Nedenini bildiğimi düşünmeme rağmen hâlâ yol alamadığım bazı konularla ilgili yeniden psikolojik destek almaya karar verdim. Ayağım alçıya alınmadan önce 2 seans gidebilmiştim; döndüğümde devam edeceğim.

Bu aralar üzerinde düşündüğüm konu ego. Ben bunca zaman değersizlik hissiyle mücadele verirken meğerse asıl canavarı arka plana atmışım. Kendimi çok fazla önemsediğimi fark ettim. İki durum birbirine bu kadar zıtken nasıl aynı zihinde var olabiliyor, ilginç değil mi? Egom muhtemelen bir savunma mekanizması olarak inşaa edilmiştir. Değersizlik hissinin üstünü örtmeye çalışıyorumdur. Ama bu sahte bir şey değil, gerçekten var. Hem kendimi hem de başkalarının beni değerlendirme biçimini çok önemsiyorum. Ve tokat gibi bir gerçek var ki insanlar beni, benim onların önemsediğini düşündüğüm kadar önemsemiyor. Birçok insanın umurunda bile değilim, onların da benim umurumda olmadığı gibi. Bu gerçek bana yeni yeni dank ediyor. Önceden bu konunun üzerine mutlaka düşünmüşümdür; ama hiçbir zaman son günlerde olduğu gibi içime işlememiş, özümsememişim.

Kendimi önemsememde yanlış bir şey görmüyorum. Ama bundan sonra kendime, insanların beni, benim sandığımdan çok daha az önemsediğini kendime sık sık hatırlatacağım. Bu gerçeği hayatıma entegre etmemle daha özgür, daha huzurlu olacağımı düşünüyorum. Bu durum belki de benim prangamdı. Kendim olabilmemin önünde bir engeldi. Bu sayede belki de bundan sonra gerçekten kendim için yaşayabileceğim.

Hayatı, olması gerekenden çok daha fazla ciddiye aldığımın artık iyice farkındayım. Herhangi bir beklentim olmadan, gelişine yaşayacağım bundan sonra. Güzellik gelirse güzelliği, üzüntü gelirse üzüntüyü yaşayacağım. Yoluma devam edeceğim. Dramatize etmeyeceğim duyguları, insanları. Duygumu var olduğu anda hissedeceğim, bittiğinde bitecek. Kafamda kurmayacağım, gerçeklikten çıkmayacağım. Gerçek neyse onu yaşayacağım, bittiğinde bitecek.

28 Ocak 2023 Cumartesi

Günlükvari 14 - Uzmanlık Öncesi Son Çıkış

Herkese merhaba!

Blog yazmayalı uzun zaman oldu, hatta 2022’yi geride bıraktık. Benim için çok güzel bir yıldı açıkçası. Elbette ki zorlandığım zamanlar oldu; ama ortalamanın üstünde bir yıldı kesinlikle. Kasım ayında uzmanlık tezimi savundum, muhtemelen ayak parmağımı kırdım, tam iyileşmemiş ayağımla Amerika’ya gittim. 2022’nin son aylarında hareketlilik de eksik olmadı anlayacağınız. Gerçi ne zaman oldu ki?

Amerika seyahatimden biraz bahsedeyim. Washington ve New York’u görme fırsatım oldu. New York zaten hayallerimin şehri. Senelerce dizilerde, filmlerde gördüğüm caddeleri, gökdelenleri görmek harika bir deneyimdi benim için. Hava çok soğuktu ve çoğunlukla yağmurluydu. Gezmek için dört günümüz vardı ve ayağımın sakatlığı başıma bela oldu biraz. Ama olsun, yine de muhteşemdi. Christmas ruhunu iliklerime kadar hissettim. İnsanların çok hoşsohbet, her zaman güleryüzlü olmaları çok tatlıydı. Tren makinisti anonslarında espri yapıyordu mesela. Rockefeller Center’ın tepesi olan Top of Rock’tan şehri kuş bakışı izlemek en etkileyici anlardandı. Bir de Brooklyn Bridge’te yürürken Statue of Liberty’yi görmek… Çok uzakta olmasına rağmen o kadar görkemliydi ki kendimi küçücük, nokta gibi hissettim. Hayatımda ilk kez NBA maçını canlı izledim. New York Knicks ve Chicago Bulls’un maçıydı. Muhteşem bir deneyimdi. Son saniyede Knicks kaybettiği için biraz buruldum, neyse… Washington’a gelecek olursak, çok daha sakin ve huzurlu bir şehir. İnsanların çoğu Christmas tatili nedeniyle evlerine gittiği için iyice ıssızlaşmış. Beyaz Saray asla hayal ettiğim gibi bir yer değildi, küçücük bir evmiş meğer. Escobar’dan bir eksiğim olamayacağı için elbette önünde fotoğraf çektirdim. Bisiklet turu yaptım ki benim için challenge denilebilecek bir olay, kesinlikle iyi bir sürücü değilim. Washington Monument, Lincoln Monument gibi ünlü anıtlarını gördüm. Burada insanı garip hissettiren detay, ülkenin tarihinin 250 yıllık olması. Bulunduğumuz coğrafyada milattan öncesine kadar gidebiliyorken, o coğrafyanın çok daha yeni bir sivilizasyonunun olduğunu fark etmek gerçekten ilginç. Binalar, yollar çok geniş, çok görkemli, alan da bol.  Yalnız AKP’li gibi yorum yapmak istemiyorum; ama galiba global bir ekonomik kriz var aşkolar jdhjkf. Her şey üç sene öncesine kıyasla çok pahalanmış. Elbette ki Türkiye ile kıyaslanamaz, biz bittik, biz mahvolduk. Ama orada da fiyatlar beklenenin üstünde artmış. Washington’da en çok sevdiğim yer Georgetown oldu. O kadar tatlış bir yer ki… Ahh bir de o cookieciyi hiç unutmayacağım. Levain Bakery you stole my heart… Tahmin edileceği gibi, burada herkes buz pateninde çok iyi. Ayağım sakat olmasına rağmen denemek istedim, çünkü neden bir yerimi daha kırmayayım? Kırmadık çok şükür. Pek beceremedim; ama çok da kötü değildim bence.

Bir de değişik bir spor deneyiminden bahsedeyim. Evet ayak parmağım kırık diyorum; ama hiçbir aktiviteden de geri kalmıyorum. Böyle böyle iyileşmedi işte. Neyse, Orange Theory diye bir spor salonu zinciri var. Arkadaşlarım oraya üye olmayı düşünüyordu, denemek için seans ayarlamışlar. Sağ olsunlar benim için de kayıt yaptırmışlar. Şöyle ki grup olarak katılıyorsunuz, bir P.T. var ve sizi yönlendiriyor. Ekranda isminiz ve kalp hızınız, o anki renginiz (gri, yeşil, turuncu, kırmızı) görünüyor. Gri olan egzersizi efektif yapmadığınızı, kırmızı olan da götünüzün çıktığını gösteriyor. Hedef bolca yeşil ve turuncu alanda kalmak. (Anladıklarım bunlar, eksik veya yanlış olabilir) 1 saatlik egzersiz sonunda ortalama değeriniz hesaplanıyor. Kardeşiniz ülkesini gururla temsil etti ve bolca yeşil ve turuncu alanda kaldı. Heh bir de piramid şeklinde olması daha sağlıklı egzersiz anlamına geliyormuş. Toplamda iki kez gittim ve ikisinde de ideal egzersiz yaptığım sonucu çıktı. Ben makinayım makina.

Yılbaşına gelecek olursak; ev partisi düzenledik, yaklaşık on beş kişi falandık. Keyifliydi gayet. Yeni yıla girdikten 1 saat sonra sızmışım ya. Biraz daha uyanık kalabilseymişim iyiymiş.

Ben ne zaman Amerika’ya gitsem (toplamda 2 kez), bana orada yaşamalıymışım hissi geliyor. Yine USMLE’ye çalışma kararı aldım. Artık Yandal sınavına çalışmak bana kerizlikmiş gibi geliyor. Ona çalışacağıma denklik sınavına çalışmam daha mantıklı bence. Bilmiyorum, hiçbir şekilde ülkemi geride bırakacağım için bir hüzün yaşamayacakmışım gibi geliyor. Öyle bıkmışım ki. Ki düşünün, bu yaşıma kadar ülkenin en yaşanılabilir şehirlerinde yaşamış olmama rağmen böyle hissediyorum. Bunun daha mecburi hizmeti var.

İlişkim olmadığı için sürekli mızmızlanıyorum; ama bir taraftan da aşırı özgür olabilmek, hayatımı planlarken hiçbir faktöre bağlı olmamak muhteşem bir şey. Ben aileci biri de değilim pek. Yani annemle haftada bir, babamla ayda bir falan telefonla görüşüyorum. Ablamla da çoğunlukla mesajlaşıyoruz. Yurtdışında yaşasam zaten bu kadar, hatta belki daha sık görüşürdük. Hayatımla ilgili radikal kararlar alabileceğim bir zaman dilimindeyim ve bu çok kıymetli bir şey.

Şubat ayında uzman oluyorum. Nisan'da atama kurasına gireceğim. Umarım Zonguldak’a atanırım. Dansa devam edebileceğim bir şehir olması benim için çok önemli. İzmir’e dair en çok özleyeceğim şey dans. Gerçekten modern bir şehirde yaşadım, bunun hakkını vermeliyim. Kendimi kısıtlanmış hissetmedim veya minimum düzeyde hissettim. Bu simülasyonda (T.C.) var olabilmem için böyle bir şehirde yaşayabilmem gerekiyor.

Hayatım çok belirsiz ve aslında bu belirsizlik çok da heyecan verici. Özgürlüğümün, bireyselliğimin doruklarındayım adeta. Mesela İzmir’i terk edeceğim, başka bir yere gideceğim, tek başımayım (aşkım kedayımla elbette). Aldığım kararlar yalnızca beni ilgilendiriyor. İnsan neye sahip değilse o kıymetli gelirmiş, artık bakış açımı değiştirmeye karar verdim. Sahip olduklarım da çok kıymetli şeyler. Bu demek değil ki ıssız kadın oldum, erkeklerden ölümüne uzak duracağım falan. Hayır elbette. Tam aksine, hayatıma alacağım kişi beni öyle etkilemeli ki bu fancy hayatım yerine onu tercih edeyim, onunla olmak isteyeyim. Varsa yüreği olan gelsin hahaha. Yani hayatımda kalite kaybı istemiyorum kesinlikle. Çıtayı mevcut olanın üzerine çıkarmayacaksa, hatta aksine benim modumu, hayat enerjimi düşürecekse o kişi benim hayatıma girmemeli diye düşünüyorum. Bana bir şeyler katmayan, üstüne bir de benden götüren insanı istemiyorum. Uğruna ilişki boyunduruğuna gireceğim insan hakikaten bir şeylere değmeli. Romantizm elbette güzel; ancak yalnız yaşamaya alışmış bir insanın hayatı çift kişilik yaşamaya başlaması da kolay bir durum değil. Kesinlikle motive edilmek gerekiyor.

Bakalım önümüzdeki birkaç ay içinde neler olacak, heyecanla bekliyorum. Sınavım için ve atamam için bana şans dileyin, öpüldünüz!

9 Ekim 2022 Pazar

Günlükvari 13 - 2022 Güncellemesi

Herkese merhaba!

Yazmayı gerçekten çok özledim; ama bu sıralar kafamın içinde yüz ayrı sekme açık, 80’i yanıt vermiyor durumda olduğundan bir türlü fırsat bulamadım. Bu aralar birçok farklı işle uğraşıyorum. Dans tam gaz devam ediyor, podcast yayıncılığına başladım, uzmanlık tezimle ilgileniyorum, iş, nöbet vs. derken ekim ayı gelmiş bile. İki ay önce yaşadığım travmatik olaya dair içimi dökmek için bir yazı paylaşmıştım; ancak sonrasında silmenin daha doğru olacağına karar verdim. O konu hakkında çok daha iyi hissediyorum zaten. Olanları geride bırakmanın hafifliği içerisindeyim.

2022’nin neredeyse sonuna gelmişken şööyle bir geriye dönüp baktığımda hayatımdaki en güzel detayın dans olduğunu görüyorum. Her geçen gün daha da gelişmek, içimdeki potansiyeli eyleme dökebilmek gurur verici gerçekten. Instagram bu anlamda çok faydalı oldu benim için. Çünkü birçok ünlü dansçının dans videolarına erişebiliyorum. Beğendiğim ve yapabileceğimi düşündüklerimi ekran kaydıyla kaydedip sonrasında yavaşlatarak çalışabiliyorum. Ayrıca bu videolar görsel hafızama da büyük katkı sağlıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere timelineım dans videolarıyla dolu. Instagram algoritması artık en çok neyi izlediğimi nihayet anladı. Bazen freestyle dans ederken, görsel hafızama almış olduğum hareketleri kendiliğinden yaptığımı fark ediyorum. Gerçekten mutluluk verici oluyor. Bu yaz hayatımda ilk defa dans showuna çıktım. 8 haftalık “Heels Camp”in sonunda Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Dünya Sevgi Günü” etkinliğinde yer aldık. Bir de bir AVM’nin düzenlediği dans festivalinde sahneye çıktık. Kendimi o kadar iyi hissettim ki! Sahneye gerçekten yakışıyorum be! Uzun süredir gerçekleşmesini istediğim bir hayal, nihayet bu yıl gerçekleşmiş oldu.

Podcastten bahsedecek olursam; son derece konuşkan bir insan olduğum için yine bana hitap eden bir uğraşı oldu. Başlarda fazlaca uğraştırsa da editleme işini daha kısa sürede yapabilir oldum. Şimdilik 7 tane podcast yayınım var, 8. si yolda. İnsanlardan çok güzel geri dönüşler aldım. Birçoğu, “Sanki yanımdaymışsın da karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi hissettim.” dedi. O samimiyetin karşıya geçmesi beni gerçekten çok mutlu etti. Daha yapılacak çok güzel işler var. Hayatımdaki yoğunluktan kafamı kaldırabilirsem bunları gerçekleştirebileceğime inanıyorum. Hadi bakalım.

Kasım ayında uzmanlık tezimi sunmayı planlıyorum. Mayısta tez konumu tamamen değiştirip yeni bir tez hocasına geçmek zorunda kaldım. Ama iyi ki de öyle olmuş diyorum. Çok şükür işlerim rast gitti, ben de elimden gelenin en iyisini yaparak tezimi final noktasına getirebildim. Sadece sonuç ve tartışma kısmı kaldı. Onu da istatistik sonuçları elime geçer geçmez halledeceğim.

Özel hayatım yine aynı. Yaşamak istediğim aşkı hâlâ bulabilmiş değilim. Aslında arayışta da değilim. Dediğim gibi; planladığım ve yönettiğim o kadar çok şey var ki yeni biriyle tanışmaya fırsatım da ortamım da yok. Günün sonunda evimde kedişimle sırnaştığım, ertesi gün için enerji toplamaya çalıştığım birkaç saatim oluyor. Bu tempo gerçekten hoşuma da gidiyor. Ben boşta kaldıkça fazla düşünmeye başlıyorum. Bu overthinking durumu aslında insanda fonksiyon kaybına yol açıyor. Bunun yerine hoşuma gidebilecek aktivitelerle ilgilenmek beni çok daha sağlıklı ve mutlu hissettiriyor. Bu aktiviteleri bir kaçış yöntemi olarak kullanmıyorum. Zamanında kendimle en derin yüzleşmeleri yaşamış bir insanım. Zaten çok şükür son zamanlarda majör bir problemim de yok.

Bu yaz başında maalesef ki alkol sebebiyle ehliyetim gitti. Aralık sonunda ehliyetimi geri alabileceğim. Artık arabasızlığa da alıştım. Zaten çoğu gitti, azı kaldı. İki ay daha dişimi sıkabilirim.

Aralık sonunda Amerika’ya gideceğim. Nihayet yıllardır görmeyi hayal ettiğim şehir olan New York’u bu yıl görebileceğim! Hem de çocukluk arkadaşımla birlikte! Umarım her şey yolunda gider, herhangi bir aksilik yaşamadan bu seyahate çıkabilirim.

Sanırım bahsedeceklerim bu kadar. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!

21 Aralık 2021 Salı

Günlükvari 12 - Yeni yıla nasıl giriyoruz?

Uzun bir aradan sonra Günlükvari serimde kaldığım yerden devam ediyorum! Bir süredir yazma ihtiyacı içindeydim; ancak iş güç, koşuşturmaca derken devamlı erteliyordum. Bugün iç dökme günüm olsun.

Meraklanmayın, ekonomiyle ilgili bir şey yazmayacağım. Zaten anladığım bir konu değil, astrolog Dinçer Bey de çok güzel özetledi: “Yeni yıla siki tutarak giriyoruz!” diye. Bunun ötesinde söylenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.

İnsanın kendisine vakit ayırabilmesi çok büyük nimet. Ayda 2 hafta sonum nöbetle geçiyor, boş olanlarda da ev işiydi, türlü koşuşturmacaydı derken çok bir şey anlamadan yeni haftaya giriş yapıyorum. Birçoğumuzun hayat döngüsü böyle. Hafta içi en azından bir gün off’lu çalışabildiğim bir sistem benim için muhteşem olurdu. Bu ay için böyle bir fırsatım oldu ve yaşam kalitem inanılmaz arttı. Boş günümde geç uyanıyorum, ev işlerini toparlıyorum ve fırsat kalırsa spora gidiyorum. Böylece hafta sonuna işlerim yığılmıyor ve ajite olmama gerek kalmıyor.

Hayatım son günlerde çok hareketli. Hatta neredeyse pandemi öncesindeki tempoya ulaşmış halde. Her şeyin yavaşladığı dönem ne kadar garipti değil mi? Evin içinde aktivite arıyordum resmen. Yoga yapıyordum, spor yapıyordum, bir şeyler okuyordum, sürekli evi topluyordum, markete gidip bir saat tur atıyordum, yine de gün bitmiyordu. Pandeminin ilk çıktığı dönemden bahsediyorum. Sonrasında bu huzurlu günlerin yerini kâbus günler aldı, hatırlamak dahi istemediğim zamanlardı bunlar.

Hayatın hareketlenmesi, insanlarla iletişimimin artmasına neden olduğu için bu durum beni bir miktar yordu. Açıkçası bazen kendimi elimine etmek, biraz kabuğuma çekilmek istiyorum. Hatta arabaya atlayıp sakin, dingin bir yere gidip kafa dinlemek istiyorum. Bu hayale parasızlık gerçeği mani oluyor elbette… Neyse çok şükür, evim deniz kenarına 5 dakika mesafede. Kafam atsa yürüyüşe çıkarım, minik trip atağım geçer. (trip hem tavır hem gezi anlamında oldu, iyi oldu)

Bu sıralar yönetmekte zorlandığım bir konu var. Henüz bir çözüm bulabilmiş değilim. Biraz benimle, biraz çevremdeki insanlarla ilgili. “Kendimle ilgili neyi değiştirmek isterim?” sorusuna cevabım “Her şeyin en doğrusunu ben biliyorum” tavrım olurdu sanırım. Evet bu huyumu değiştirmek istiyorum; ama gerçekten de birçok düşüncemin ve tespitimin çok doğru olduğunu düşünüyorum. Yani bir nevi paradokstayım. İnsanların yanlışlarına, düşüncesizliklerine, kötülüklerine, iyiliklerine, kısacası günlük hayatta karşılaştığımız birçok duruma fazlaca sezgisel ve farkındalıkla yaklaşıyorum. Bu kadar farkında olmak beni bilmiş bir pozisyona getirdiği gibi yorup yıpratıyor da. Görme kardeşim. Düşünme bu kadar. Düzeltmeye, “doğruya” (kime göre, neye göre) yöneltmeye de çalışma insanları. Biraz aptala yat, biraz mention’dan çıkmaya çalış. Benden iyi bir yönetici, iyi bir patron olur kesinlikle. Ama günlük hayat için bu misyonu yüklenmek pek de akıl kârı değil. Evet, hayatımdaki birçok insandan olgunum. Açık görüşlüyüm, hoşgörülüyüm, saygılıyım, bana göre en önemlisi anlayışlıyım. Ama insanlara henüz duymaya hazır olmadıkları gerçekleri söylemekten vazgeçmeliyim. Elbette ki haddim olmayan konulara bulaşmıyorum. Hatta bana sorulmadıkça yorum yapmıyorum. Ama sorulduğunda da dürüstlüğümden dolayı düşündüklerimi söylüyorum. Kişinin karşılama biçimi de her zaman istediğim gibi olmuyor. Elimden geleni yapsam da gerginliğe mâni olamıyorum.

Sanırım bir süre yalnızlık bana iyi gelecek. İç dünyamda sükunet içinde yaşadığım o günleri özlemeye başladım. Önümüzdeki ay da tezime yoğunlaşacağım. Ne kadar ilerleyebilsem kâr. Açıkçası ders çalışmak hiç içimden gelmiyor. Ne zaman geldi ki gerçi? Ne yalan söyleyeyim, “Daha iyi bir doktor olmamı hangi kitle hak ediyor?” düşüncesi geçiyor içimden. Bu da yeni çalışmama bahanem oldu haha. Whatever bitchhh.

Dans devam zaten. Yakın zamanda İzmir Dans Festivali’ne gittim. Güzel geçti. Dans festivalleri Latin dans ağırlıklı oluyor, şu sıralar ilgilendiğim High Heels’ten ayrı. Latin dansını senelerdir yapıyorum bildiğiniz üzere. Latinler bu dünyadaki en harika insanlar diye düşünüyorum. Bana mizaçları hep çok canlı, çok enerjik, çok pozitif geliyor. Bizdeki Romanlara benzetiyorum. Heels ise hem çok zarif hem çok kadınsı bir dans. Bambaşka bir dişil enerji barındırıyor. Topuklu ayakkabıyla yürümek rast gele bir şey değil kesinlikle. Adımın atılış biçimini, elini, kolunu nereye koyacağını biliyor olmak çok önemli. Her dans türü gibi o da kendi içinde önemli detaylar barındırıyor. Ama yine de çok özgür bir yanı da var elbette. Ben dansta fazla kural sevmiyorum. Kendimi özgür hissedebilmem için içimden gelen hareketleri, mimikleri de yapmam gerekiyor. Sosyal Latin dansı da, Heels da, Hip-hop da buna gayet uygun. Birkaç ay içindeki hedefim, mali durumumu toparladığımda kendime güzel bir Heels ayakkabısı almak. Fiyatlar maalesef ki uzun vadeli plan yapmayı gerektirecek cinsten :/

Sanırım anlatacaklarım bu kadar. Yazmak gerçekten iyi hissettirdi. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, kendinize iyi bakıyorsunuz ve kendinizi öpüyorsunuz. Ayrıca herkese mutlu yıllar diliyorum!

3 Ekim 2021 Pazar

Günlükvari 11 - Umut

Herkese merhaba!

Bugün bir blog yazısı yazmam için son zamanların en uygun günüydü. Sabah kalktım, nöbete geldim, hastaların kan sonuçlarına baktım, vizitimi attım, odaya çekilip tezimle ilgili etik kurul başvuru formlarıyla uğraştım. Öğlen Pumpkin Spice Latte’mi yudumladım, bu arada ne kadar şekerli olduğunu unutmuşum, bir daha içmeyi düşünmüyorum. Sosyal medya turumu attım, hastane bahçesinde yürüyüş yaptım, gün hâlâ bitmedi.

Uzun zamandır bütün günümü böyle yalnız geçirmemiştim. Yalnızlık demek düşüncelerle boğuşmak demek benim gibiler için. “Overthinker” yani fazla düşünen insanlar, sürekli olarak olumsuz düşünceler ürettiklerinde, bu düşünceler yüzünden adeta can çekişebiliyorlar. Zaten depresyona da böyle girmiştim. Çok şükür bir süredir -ara ara gelen kısa süreli üzüntüler dışında- böyle değilim. Aylar önce şöyle bir şey yazmıştım:

“Hayat beni alsın, götürsün bir süre. Düşünecek fırsat bile bulamayacağım günler içinde kaybolayım. Rutinin içine karışayım. Sonra beni usulca kıyıya bırakıversin, uzun süredir içinde olduğum sudan kendi isteğimle, kendi gücümle çıkayım. Biliyorum ki o zaman geldiğinde yeniden doğmuş gibi olacağım.”

Sanırım hayatın beni kıyıya bıraktığı dönemdeyim. Büyük bir dönüşüm yaşamış gibi hissediyorum. Yorgunum; ama huzurluyum. Sanki bu zamana kadar yaşadığım her şeyi ancak özümseyebilmişim gibi geliyor. Yaşamak başka, hissetmek başka, özümsemekse bambaşkaymış. Dinginleştim. Kavgalarımı bitirdim. En azından şimdilik. Bir süre böyle dinlenim halinde kalmak bana iyi gelecek.

Bireyselliğe verdiğim değer arttı. Kendime saygı duymayı, önceliklerimi önemsemeyi, beni gerçekten huzurlu hissettiren şeyleri bulmayı ve bunları uygulayabilmeyi istiyorum. Uzun zamandır hayalini kurduğum derin birliktelik, hayat arkadaşlığı şu dönemde önceliğim değil. Çok istedim. Çok düşledim. Yerini hiçbir şeyin dolduramadığını düşündüm. Ama şu anımda daha farklı bir pencereden bakıyorum hayata. Özel bir insan olduğumu düşünüyorum. Hayatımın geri kalanında kendime ne katabilirsem kâr diye düşünüyorum. En çok; ama en çok dans etmeyi seviyorum. Üzerine eğildikçe kendimi ne kadar geliştirdiğimi gördüm. Sahnede olmanın, performans sergilemenin hayali bile güzel. Ergenliğimden beri hep böyle düşler kurmuşumdur. Şimdilik kendi hayatımın sahnesindeyim. Belki ileride bambaşka şeyler olur, kim bilir?

Geçmeyeceğini düşündüğüm üzüntülerimin her geçen gün belirgin şekilde azaldığını görüyorum. Zaman zaman yaralarıma gözlerimden süzülen yaşlarla dokunuyorum. Ama hissettiğim keder eskisi gibi şiddetli değil. Yenilgiyi kabul etmek gibi. Akıntıya karşı yüzmemek, teslim olmak gibi. Kurduğum hayallerin hayal olarak kalması gerektiğini artık görebiliyorum. Onlar zaten hiç gerçek olmayacakmış. Olayları yorumlayış biçimim gerçek dışıymış. Çok yüksek duygularla mutlu olmaya öyle ihtiyacım varmış ki, varımı yoğumu kumar masasına yatırmışım. Aslında o kumarda kaybedeceğimi içten içe biliyordum; ama hissettiğim derin acıya teslim olmuştum bir kere. Domino taşlarının birbirini düşürmesi gibi, geçmişim beni bu hale düşürmüştü. Hayat bu. Hepimizin başına her an her şey gelebilir. Şükürler olsun ki, o karanlık dönemden debelenerek olsa da çıktım. İnsanın kendi zihnine söz geçirememesi çok ağır bir sınavmış.

2020 ve 2021 ömrüme derin izler bırakan iki yıl oldu. Asla unutulmayacak iki yıl. Hayattayım. Mental çöküşüm sonumu getirmedi. Umuyorum ki o kritik süreci atlattım. Bundan sonrasında da elimden geldiğince mücadelemi sürdüreceğim. Çünkü biliyorum ki, en kötü anlarımda dahi bir çıkış yolu bulmayı başardım. O çıkış yolunu aradım. Bırakmadım. Yalnızca, bir süre daha dinlenmem gerekiyor, bunun da farkındayım.

Son olarak söylemek istediğim şey: dilerim ki umudum artar. Umudumuz artar. En çok ihtiyacımız olan şey bu.

Sevgiler!

12 Ağustos 2021 Perşembe

Günlükvari 10 - Her şeyin muhatabı ben miyim?

Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!

Yazılarımı özleyeniniz var mı bilmiyorum. “Kısmen” anonim bir hesaba göre fena sayılmayacak bir okuyucu kitlem var. Sizi bilmem; ama ben yazmayı özlemişim. Öyle ki, alelacele bilgisayarımı açıp hızlı hızlı yazmaya başlamak için sabırsızlandım. Bilenler bilir, görebileceğiniz en hızlı klavye kullanan insanlardan biriyimdir. 10 parmağımı da kullanırım ve ekrana bakmam. Gerekli olup olmadığı sorgulanabilir olan bu detaydan sonra yavaştan konuya gireyim diyorum. Sahi konu neydi? Biraz ciddiyetimi yitirmişim sanırım. Aç köpek gibi ekran başına kilitlenip şimdi de bön bön bakıyorum. Kahvemden son bir yudum alıp yeni paragrafa geçeyim en iyisi.

Son dönemde yaşadığımız doğa olaylarıyla ilgili içimi dökmek istiyorum. İklim krizi tadımı kaçırıyor. Gençliğimizi tedirginlikle geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de 20 yıl içinde başımıza gelebilecek felaketleri öğreniyoruz. Yok su kalmayacakmış, yok bu doğa felaketlerinin sonu gelmeyecekmiş. İnsanoğlunun suçuymuş. Ya kardeşim benim bu konuyla ilgili nasıl bir suçum olabilir? Duş alırken bile harcadığım suya dikkat eden bir insanım ben. Elimden geleni ortalamanın üstünde yaptığıma eminim. Belki plastik kullanımı konusunda başarılı bir sınırlamam yok; ama onu da ben mi ürettim yani? N’apayım her şey plastikse? Üstüne üstlük duyarlı insanların en ufak olayda içi titrerken, hıyar sürüsünün dünya umurunda değil. Ben bu dünyaya bireysel sorunlarımın yanı sıra bir de global sorunlara üzülmeye mi geldim? Gerçekten yoruldum.

Instagram bütün sosyal medya uygulamalarını solladı, bu bir gerçek. Her türlü konu orada konuşuluyor, her şey orada yaşanıyor. Tarkan bile dert sahibi oldu ya, adam her gün sosyal sorumlulukla ilgili bir şeyler paylaşıyor. Ben de birçok insan gibi paylaşımlar yaptım. Ama artık bunun da bir sonunun olmadığının farkına vardım. Hayatlarımız tekrara düştü adeta. Kendi adıma biraz kabuğuma çekilmem gerektiğini hissettim. Artık telefonu elime aldığımda sinirden ağlamak istemiyorum.

Biraz da düğünlerle ilgili ağlayabilir miyim? Burası benim kişisel blogum olduğu için bence buna hakkım var. Bu yaz finansal anlamda büyük darbe yedim. Büyük ihtimalle geri gelmeyecek bir sürü altın taktım. Neden böyle söylüyorum? Çünkü olur da evlenirsem, düğün zamanına kadar altın alabilmek imkânsız hale gelecek. Gerçek anlamda korkünç günler. Umarım altın hesabı yapmak zorunda kalmayacağım kadar zengin biriyle evlenirim. Sanmıyorum; ama bana hayatta başarılar.

Neden ya rab? Neden bu kadar boktan bir zaman dilimindeyiz? Gerçi her zaman beterin beteri vardır. Her zaman daha iğrenç bir hayat koşulu vardır. Ben normalde bu kadar negatif basan biri değilim. Bazen Polyannacılık bile yaparım hatta. Havanın çok sıcak oluşu da beni bunaltıyor. Gerçek bir yazcı olmama rağmen bu yaz bana pek keyif vermedi. Sanırım parasız oluşumun da bunda etkisi var. Kredi ödemiyorken ne kadar rahatmışım ya. Şu sıralar tek beklentim memleketimde günde 0 tl harcayacağım günlerin başlaması. Babişkomun prensesi olmak.

Hayatımdaki en iyi olay vücudumun fit olması. Rotasyonumun üçüncü ayında olduğum için nöbetler dışında işe gitmiyorum. Bu sayede düzenli bir şekilde spora gidiyorum ve maşallah barekallah ben makinayım makina. Dans da keyifli gidiyor; ama hırslı bir ruh hastası olduğum için zaman zaman down olabiliyorum. Şöyle ki, derste bir hareketi istediğim gibi yapamadıysam modum düşebiliyor, aldığım keyif azalabiliyor. Köpek hırsı var bende gerçekten. İllaki içime sinmeli, illaki çok beğenilmeliyim, gözde olmalıyım. Sanırsın profesyonel dansçı olacağım. Bu egosal durum dansta ilerlememe katkıda bulunuyor elbette; ama keyfim azalınca ne anladım o işten. Sanırım bunun dengesini kurmalıyım. Hem eğlenmeli hem de öğrenebilmeliyim. Bazen dengem şaşıyor işte.

Son olarak, bu sıralar izlemekten çok keyif aldığım bir diziden bahsetmek istiyorum. Grace and Frankie. Aşığıyım resmen! Kocaları 20 yıldır birbiriyle gizli bir ilişki içinde olan ve bunu 70’li yaşlarında öğrenen iki kadının hikâyesi anlatılıyor. Birbirinden hiç hazzetmeyen bu iki kadın zamanla en iyi arkadaş oluyorlar. Gerçekten çokkkk sevdim. Diziyi izlerken hep Grace’e hak veriyorum; ama Frankie’nin salaş tavırları da olmasa hayatları çok sıkıcı olurdu gerçekten. Grace çoğumuzun alışık olduğu anne/kadın figürüyken Frankie, kendi yaş grubuna göre alışılmışın son derece dışında bir kadın. Bu iki karakterin birbirleriyle devamlı bir mücadele içinde olması, yaşlılığa adapte olma çabaları, bu süreçte yaşadıkları zorluklar çok güzel işlenmiş. Dizi San Diego’da geçiyor; ancak gerçekte Los Angeles’ta çekiliyormuş. Grace ve Frankie’nin meşhur beach house’u da La Jolla'da değil Malibu’daymış. Bu da bir anekdot olsun, ben de izninizle yazımı sonlandırayım. Kendinize iyi bakın!

 

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!