Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16894

17 Mayıs 2018 Perşembe

Sex and the City Karakter Analizi

Merhabalar!

Bugün izninizle Carrie Bradshaw’lığa soyunacağım. Bilmeyenler için kısaca açıklayayım: Dizimizin başrolü olan Carrie, bir gazetede ilişkiler hakkında köşe yazısı yazıyor. Ben de bugün, dizinin dört ana karakterini yorumlayacağım.

Bildiğiniz üzere göreve başlamak için güvenlik soruşturması vs prosedürleri bekliyorum. Önümde muhtemelen boş geçireceğim birkaç ay daha var. Bu süreçte kendime faydalı şeyler de yapıyorum, piyano çalmayı öğrenmek gibi. Yeni dizilere başladım. Ama asla ve asla kopamadığım, bu sene 3 kez izlediğim bir dizi var ki, o da Sex and the City.

İzleyenler için problem teşkil etmese de, izlemeyenler için bol bol spoiler içerir. Aman dikkat!

Eveet, izninizle başlıyorum. Dizi 1998-2004 yılları arasında çekildi. Dizi başladığında 3 karakter –Carrie, Miranda, Charlotte- 32 yaşındaydı, Samantha ise onlardan 5-6 yaş kadar büyüktü. Bu dört bekâr kadın, aslında dört farklı kişilik. Ortak noktaları ise Carrie.



Carrie Bradshaw, gazetedeki köşe yazısı kısmında kendi hayatı ve arkadaşlarının hayatları ile ilgili durum tespitlerini, kafasında beliren soru işaretlerini kaleme alıyordu. Nasıl bir kadın diye soracak olursanız, ben iki kelimeyle ifade edebilirim sanırım: Serseri mayın.

Carrie hislerinin peşinde koşan bir kadın. Bir erkek ona güzel şeyler hissettirebildiyse, durum istediği kadar saçma, mantıksız görünsün, yine de vazgeçmiyor. Olmayacak duaya amin demek bu olsa gerek. Bir bölümde alkol bağımlılığı nedeniyle terapi gören bir adamla çıkmaya başlamıştı. Adam “Aslında bir ay daha kimseyle flört etmemem gerekiyordu.” diye uyarmasına rağmen Carrie umursamadı, adamla görüşmeye devam etti. Sonrasında adam, alkole olan bağımlılığını olduğu gibi Carrie’ye aktardı ve kadının başına bela oldu. Bu ve bunun gibi örnekler, Carrie’nin ilişkilere bakış açısını özetliyor aslında. Arkadaşları onun dertlerini dinlemekten yorulup psikiyatriste yönlendirdikten sonra aldığı randevuda, doktoru ona bir soru yöneltmişti. “Belki de siz yanlış insanları seçiyorsunuzdur?” Yani bu sorunlu diye bahsettiği insanların ortak noktası Carrie’ydi. Tamam, hepsinin türlü manyaklıkları vardı ama neden hepsi Carrie’yi bulmuştu? Carrie bunu asla kabullenmek istemedi. Topu çıktığı/birlikte olduğu adamlara atmak daha kolay geliyordu çünkü.

Mr. Big’le yaşadıkları, başlı başına bir konu. Ben Mr. Big’i inanılmaz çekici buluyorum. Yani o adama her kadın kafayı takar bence. Carrie’yi, Big’i bir türlü atlatamadığı için suçlamıyorum o yüzden. Ama ilişkide yaptığı hırçınlıklar, kafasından geçenleri adama dümdüz söylemekten korkup başka türlü ifade etmeye çalışması ve sonunda kopan kıyametler falan, Carrie bir sürü hata yaptı bu konuda. İlişkiyi hep Big’e göre yaşadılar. Adam ne zaman ne isterse aldı. Carrie hep tamam dedi. Düşünsenize, Aidan’la olan ilişkileri mahvoldu Big yüzünden! Aidan’a yaptıkları yüzünden Carrie’yi asla affedemeyeceğim sanırım.

Dizinin devam filmlerinin ikincisinde, Carrie artık Big’le evlenmiş, kız arkadaşlarıyla Abu Dabi’ye tatile gitmişti. Orada karşılaştığı Aidan’la buluşup öpüşmesi, yaptığı en saçma hareket olabilirdi! Be kadın, sen senelerdir kafayı kırmışsın Big, Big diye, Aidan’ı Big’le aldatmışsın, Aidan sana evlenme teklifi etmiş, evlenememişsin, şimdi bu adam nasıl tekrar ilgini çekebildi? Bu kadın insanı manyak eder. Eğer hayatınıza böyle bir kadın girdi ve sizi üzdüyse, ağzınıza geleni söylemekte haklısınız beyler.

Carrie'nin karakter analizinde önem teşkil eden alışveriş düşkünlüğüne de değinmeden olmaz. Yüzlerce ayakkabısı olan, hatta bu ayakkabılara verdiği parayla ev alabilecekken bunun farkında bile olmamış bir insan kendisi. Bana göre korkunç bir kıyafet dolabı var. Göz kanatıcı kombinlerine defalarca şahit olduk. Ancak dizinin çekildiği dönemde, en ünlü markalar onu giydirebilmek için yarışıyormuş. Yani her bir kıyafetinin bir olayı varmış. Gece elbiselerini başarılı buluyordum; ama gündüz kombinleri kötüydü bence. 

Sonuç olarak Carrie karakterini toparlamamız gerekirse: Hırçın, inatçı, tutkularına göre yaşayan, kimi zaman bencil, kimi zaman fedakâr olabilen, genel anlamda güvenilmeyecek bir kadın profili görüyoruz. Dizinin başrolü olmasına rağmen karakterler arasında en az sevdiğim kadın Carrie olabilir. Bye bye Carrie. Bir sonraki karaktere geçiyoruz.



Miranda Hobbes, ekibin kısa saçlı kızılı. Maskülen görüntüsü onu seksepaliteden uzaklaştırsa da, o da içten içe yüksek bir libidoya sahip. Samantha gibi realist, hatta kimi zaman fazla pesimist. Samantha’dan farkıysa, içten içe duygusal ve kırılgan olması. Edindiği tecrübelere gerçekçi yorumlar getirirken, durumun vehametine üzüldüğünü görüyoruz çoğu zaman. Hala daha bir şeylerin değişmesini istiyor, ama erkeklerden umudu kesmek üzere. 30’lu yaşların da sonuna varıp hala bekâr olduğunda, durumu şakaya vuruyor, kendisiyle dalga geçiyor; ama biz bilmiyor muyuz üzüldüğünü. Ah Miranda ah.

Beklenmedik bir anda onu tanımak isteyen, hayatına girmek isteyen bir erkekle karşılaşıyor: Steve. Steve, dizide en çok sevdiğim erkek olabilir. Tam bir bebiş. Ama sosyoekonomik farklılıklar nedeniyle yürütemiyorlar. Miranda zengin sayılabilecek bir avukat. Steve ise bir barmen. Hem çalışma zamanları, hem gelirleri, hem de çevreleri uyumsuz. Miranda zaten huysuzun teki. Steve ne kadar huyuna gitmeye çalışsa da bir yerde hep tıkanıyorlar. Ama birbirlerini gerçekten sevdikleri de ortada.

Steve’de testis kanseri çıkması üzerine onunla “acıma seksi” yapan Miranda, hamile kalıyor. Ve bu iki farklı insanın tekrar hayatları kesişiyor. Miranda’nın bir dönem hayatına giren doktor komşusu, benim aşırı hoşuma giden karakterlerden biriydi. Adamı biraz harcadı ama n’apalım! Miranda ile Steve aşkı diye bir şey var.

Miranda karakterini tek bir kelimeyle özetleyebilirim: Huysuz. Vallahi aklıma başka bir şey gelmiyor. Dürüstlüğü, arkadaşlarına olan düşkünlüğü ise bebiş huylarından. İş hayatındaki başarısını da takdir ediyoruz elbette. Yürü kızım Miranda, arkandayız.



Geldik Charlotte’a! Dizide beni Carrie’den bile fazla kanser eden karakterimiz Charlotte York, taammm anlamıyla bir kezo. New York City’de yaşayıp bu kadar ezmo olabilmeyi nasıl başardın ya??? Hayalperestliği, her ama her date’ine “Ayyyy bunla ciddi bir şeyler olacak galiba” diye yaklaşması, sürekli evlenmek istemesi, daima Polyanna olması falan gerçekten katlanılabilir bir kadın değil bu. İçinde inanılmaz bir romantik yatıyor bu kadının. Bütün misyonu evlenmek ve çocuk sahibi olmak. Nihayet aradığı aşkı bulduğunu düşündüğü zengin doktor Trey MacDougal’la alelacele evleniyor. Ve fark ediyor ki, kocasının erekte olma sorunu var! “He can’t get it up!” cümlesi bütün izleyenlerin aklına kazınmıştır sanırım. Kadın kocasının problemini çözmek için inanılmaz bir çaba sarf ediyor ve başarılı da oluyor. Ama yine de Trey’le yürütemiyorlar. Adamın zengin, iyi bir aileden gelmesi, Charlotte’a çok iyi davranması, ciddi düşünüp hemen evlenmesi falan bile yetmiyor bir yerden sonra. Trey olacak iş miydi Charlotte ya? Bir sürü erkekle beraber olup evleneceğin adamla seks yapmadan evlenmek zaten dünyada gördüğüm en saçma olay. Ee, bu aptal davranış da ancak Charlotte’dan beklenirdi. Zengin kocayla evlenip işini bırakması da oldukça eleştirilmesi gereken bir davranıştı. İkinci kocasıyla evlenebilmek için Yahudi olması peki?? Bu kadın evlenebilmek için her şeyi yapar ya, gerçekten böyle bir motivasyon görmedim hayatımda. Harry’yi sevdim ama ben, çok iyi adam. Nihayet onunla mutluluğu buldu ezmo kızımız. Çocuk sahibi olamıyordu, evlat edindiler. Sonra kendisi de hamile kaldı. Tamamen mutlu son!

Charlotte karakterini özetlemek gerekirse: Tabii ki kezban diyorum. Dürüst ve ahlaklı biri olması, fedakâr ve düşünceli bir arkadaş olması, iyi bir eş olması falan da iyi özellikleri işte. Yeter, bitiriyorum bu karakteri de.



VEEEEEE, GELDİK BEBEKLER BEBEĞİ, İDOLÜM, TAPTIĞIM KADINA… SAMANTHA JONES… YÜRÜYEN LİBİDO…ERKEK AVCISI…PROFESYONELLİKTE BİR DÜNYA MARKASI…

Samantha Jones, grubun en yaşlı üyesi. Arkadaşları yaşını az çok tahmin etse de çaktırmıyor, Samantha’yı üzmüyorlar. Samantha, bir PR’cı. Organizasyonlar, davetlerle ilgilenen bir ajansı var. Yüksek sosyeteyle bağlantıları olan, zengin bir ablamız. Bu bağlantılar tabii ki sadece iş ilişkisi değil. Kendisi seks konusunda çığır açmış biri. İnanılmaz cüretkâr olabiliyor bu konuda. Ne zaman, ne istediğini net bir şekilde ifade etmekten korkmuyor. Erkeklerle ilişki düşünmemeye gayret ediyor. 2 kez kalbini kırdılar bebeğimin. O yüzden o sulara girmektense, sadece seks yapmayı tercih ediyor.

Samantha’nın bir Richard’ı vardı ki, en sonunda kadını sevgili olmaya ikna edebilmişti. Adam milyoner, orta yaşlı, Samantha’ya hitap edebilecek biri. Sadece güvenilmez bir adam. Tek sorun bu (sanki küçük bir sorunmuş gibi). Samantha Richard’a değer vermeye başladıkça, Richard’ın kalbini kırmasından endişelenir hale geliyor. Ya aldatılırsam korkusu, ona peruk takıp sevgilisini takip etmeye kadar aklını kaybettirebiliyor. Veee Richard’ı gerçekten de bir kadınla basıyor. Güç bela ikna edilip tekrar barıştığındaysa, aynı durumun tekrarlanabileceği korkusu, ona ilişkiyi bitirtiyor. Samantha’nın meşhur “I love you, but I love me more” cümlesi ilk kez burada kuruluyor.

Peki ben Samantha’ya neden bu kadar hayranım? Erkekleri sadece seks aracı olarak görmesinden dolayı mı? Hayır. Sekse olan düşkünlüğü ve özgür ruhu gerçekten takdir edilecek cinsten. Ama Samantha sadece seksten ibaret bir kadın değil. Tam anlamıyla olgun, mantıklı, tutarlı bir kadın. Arkadaşlarına en mantıklı ilişki tavsiyelerini veren, en sonunda mutlaka haklı çıkan kişi Samantha’dır. Ve de işin en önemli noktası, arkadaşlarına mantıklı tavsiyeler verirken kendi hayatında sıçıp batırmıyor. Bu düşüncelerini gündelik yaşamına tamamen entegre edebilmiş. Gerçekten düşündüğünü yaşıyor. Bu müthiş bir meziyettir arkadaşlar. Bilenler bilir. Bir gün bunu uygulayabilirsem, gerçekten çok mutlu olacağım.

Samantha’nın başına gelen en güzel şey Smith Jerrod sanırım. Ünlü bir vejetaryen restoranında garsonluk yapan Smith –o zamanki adıyla Jerry-, Samantha’nın radarına giriyor. Kısa sürede kendilerini yatakta buluyorlar. Steve’in Miranda’yı kazanmak için gösterdiği çabayı Smith de Samantha’ya gösteriyor. Samantha zamanla ilişki tabusunu yıkıp, kendini Smith’e açıyor. Samantha’nın en zor günlerinde bile yanında olan Smith, gerçekten vefalı bir erkek. Samantha’cığım, güçlü bağlantılarını devreye sokarak Smith’i ünlü bir film yıldızı yapıyor. Smith, Samantha’yı hem çok seviyor, hem de Samantha'nın ona yaptığı iyiliklere minnet duyuyor. Seviyoruz seni Smith.

Samantha'nın meme kanserine yakalanması ve ardından girdiği menopoz süreci biraz sıkıntılı dönemler geçirmesine sebep oluyor. Kemoterapi aldığı dönemdeki soğukkanlılığı, kanser dayanışması adına katıldığı bir gecede sıcaklayıp peruğunu çıkarmasıyla ekol oluşu, özetle her şeyiyle sıradışı bir kadın olmayı başarıyor Samantha'cığımız. Smith'in Samantha'ya destek olmak için saçını kazıttığı bölümse tüyleri diken diken ediyor.

Samantha’nın vecizelerinden aklıma gelenleri yazacağım şimdi de.

“I've never been friends with men. Women are for friendships, men are for fucking.”
(Asla erkeklerle arkadaş olmadım. Kadınlar arkadaşlık, erkeklerse yatmak içindir.)

“What happened was in the past, leave it there.”(Geçmişte olan geçmişte kalır.)

“Oh please! There is always a contest with an ex. It’s called ‘who will die miserable’.”
(Hadi ama! Eski sevgiliyle aranda her zaman bir yarışma vardır, adı da ‘kim çaresizce ölecek’tir.)

“I don’t really bleave in marriage, but botox on the other hand, that works every time!”
(Evliliğin işe yaradığına inanmıyorum, ama diğer yandan botoks, her zaman işe yarar!)


Umarım okurken keyif aldığınız bir yazı olmuştur. Görüşmek üzere!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!