Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Eylül 2020 Cumartesi

Derin Melankoli

 Herkese merhaba!

İstikrar reis olarak elbette ki sözümü tutmadım ve bilmem kaç ay sonra yeni yazımı yazıyorum. Aslında yazıya dökebilecek birçok his barındırıyordum içimde. Kimi zaman dertleşmek istiyordum, kimi zaman kendimi anlayabilmek için yazmak. Birkaç kısa not yazdım; ama o kadarla kaldı. İşte bugün biraz dertleşme, biraz kendimle yüzleşme, biraz hasret giderme temalı bir blog yazısı yazmaya karar verdim. Bakalım ortaya nasıl bir şey çıkacak.

Temmuz ayını kırık ayakla geçirdikten sonra Ağustos ayı gelip çattığında yıllık izin çanları da çalmaya başladı. Ayın 15’inde çıkacaktım. O gün gelene kadar akla karayı seçtim diyebilirim. Artık her şeyden, herkesten uzaklaşmak ister bir halim vardı. Ne polikliniğe gelmek istiyordum ne de nöbet tutmak. Artık off yaptığımız günlerden de eser kalmamıştı. Nöbet ertesi poliklinik çilesi beni epeyce yıprattı. Yıllık iznimi iki bölüm olarak ayırmıştım. İlk 10 gün ailemi görecek, ikinci 10 gününde de Datça ve Kaş’a gidecektim. Orada da denk gelebildiğim arkadaşlarımla hasret giderip yalnız kaldığım anlarda melankolinin dibine vurmayı planlıyordum. Neden mi melankoli? İşte o kısım biraz hüzünlü.

Özel hayatımı sosyal medyada çok fazla anlatmam, yazıp çizmem. Olaylardan ziyade duygularımı ifade etmeyi tercih ederim. Son günlerde bu duygular beni bir hayli yoruyor, yıpratıyor. Bana iyi gelmeyen bir noktaya vardığı için, daha fazla dallanıp budaklanmadan sonlanması benim için en iyisi olacak. Kendime haksızlık etmek istemiyorum. Kendime kötü davranmak istemiyorum. Hak etmiyorum çünkü bu halde olmayı. Önceden karşımdakine topu atardım. Onu bencil, düşüncesiz, kötü biri olarak görür, kendimi bir nevi kurban psikolojisine sokardım. Aslında bu tek taraflı ve objektiflikten uzak bir yaklaşım. Derdinizi dinleyen arkadaşlarınızın sizi üzen insanları boklayarak sizi rahatlatmaya çalışması gibi bir şey. Onlar sizi görüyor, sizden dinliyor da öyle düşünüyor. Peki ya biz? Olayın baş kahramanı olarak ne kadar objektifiz? Ne kadar anlayışlıyız? Ne kadar kendimize, ne kadar karşımızdakine odaklıyız? Başlarda kafa karıştırıcı olsa da, artık yaşadığım olayları üçüncü bir göz gibi izlemeyi öğrendim. Ben bir ömür boyu kendi zihnimde, kendi bedenimde var olacağım. Bu noktada kendimle ilgili sorunları çözebilmem, dersler çıkarabilmem, karşımdaki insanın hatalarını fark etmekten daha değerli. Kimi zaman da ölçüyü kaçırıp karşı tarafa inanılmaz anlayışlı olabiliyorum. Bunun dengesini kurmak gerçekten zor. Optimize edebilmek için tecrübe ve olgunluk gerekiyor. Kendini kabullenme kısmını hallettikten sonra gerisi çok daha kolay ilerliyor.

Kendimi sorguluyorum. Niyetimi, içimden geçenleri. İçimde en ufak bir kötü niyet yok. Ruhsal bir arayıştayım. Bana eşlik edecek insanı arıyorum. Kimi zaman bu düşünceden vazgeçip daha bireysel bir dönem geçiriyorum. Ama bir süre sonra tekrardan geliveriyor bu istek. Yanlış bir istek mi, değil. Gayet doğal, gayet olağan. Bu durumu öylesine bir insanla var etme düşüncesinde değilim. Doğru enerji, doğru an, doğru etkileşim olmalı. Peki neden bir türlü olmuyor? Yanlış kişilerden yanlış beklentilere nasıl girebiliyorum? Bir taraftan her şeyin farkında olup diğer taraftan da kör olmak istiyorum. Sanırım bu da benim sınavım. Duygu denilen şey kolayca yönlendirilemiyor. Bir kalıba sokulup, sınırları çizilemiyor. Akıp gidiyor. Sen durdurmaya çalıştıkça başka bir yerden patlak veriyor. En iyisi kabullenip yaşamak sanırım. Neticede her şeyin bir ömrü var. Raf ömrünü doldurduktan sonra kendine geliyor insan.

Datça ve Kaş’ta geçirdiğim kimi zaman inanılmaz enerjik, kimi zaman inanılmaz dingin günler, gerçekten çok şey kattı bana. Bol bol yüzdüm. Suda belki de hiç geçirmediğim kadar uzun süre vakit geçirdim. Öyle güzeldi ki. Daldım daldım çıktım. Bazen önceki hayatımın denizde geçtiğini düşünüyorum. Kendimi bu kadar ait hissettiğim başka bir ortam yok. Suyun içinde olmak kadar beni rehabilite eden başka bir şey de yok.

Son bir ayım duygusal anlamda büyük bir çöküş içinde geçti. Çok gözyaşı döktüm. Ağlamak dıştan görünebileni. Bazen ruhum o kadar acı içinde oluyor ki, dışarıya yansıtabilecek dermanım bile kalmıyor. Bu anlarda duşa giriyorum, su üstümden akarken bu yıkıcı, boğucu hislerin geçmesini bekliyorum. Elbette geçecek, beni terk edecekler. Her türlü acının bir iyileşme süreci var. Maalesef ki yanlış yolda olduğunu fark edip içinde bulunduğun durumdan çıkma kararını vermek, mevcut hislerini bir anda öldürmüyor. En azından şu anda bir şeylerin doğru yolda ilerlediğini biliyorum. Bazen o yoldan bile bile ayrılmak geliyor içimden. Ama her ayrılışımda çıkmaz sokağa gireceğimi biliyorum. Bir nevi ana yolda kalmak için çabalıyorum. Kendim için doğru olanı yapıyor olmak güvende hissettiriyor.

Sanırım büyümek bu. Kendini kabullenmek, olanı kabullenmek, verebileceğinden daha fazlasını vermemek. Bu yıl benim için belki de bir dönüm noktasıydı. Hiç bu kadar olgun davrandığımı, düşündüğümü hatırlamıyorum. Umarım önümde beni bekleyen daha aydınlık günler vardır. Umarım bitmesi için mücadele vermek yerine yaşatabileceğim, çoğaltabileceğim sevgiyi bir gün bulabilirim.  

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!