Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!
Yazılarımı özleyeniniz var mı bilmiyorum. “Kısmen” anonim bir
hesaba göre fena sayılmayacak bir okuyucu kitlem var. Sizi bilmem; ama ben yazmayı özlemişim.
Öyle ki, alelacele bilgisayarımı açıp hızlı hızlı yazmaya başlamak için
sabırsızlandım. Bilenler bilir, görebileceğiniz en hızlı klavye kullanan
insanlardan biriyimdir. 10 parmağımı da kullanırım ve ekrana bakmam. Gerekli olup
olmadığı sorgulanabilir olan bu detaydan sonra yavaştan konuya gireyim diyorum.
Sahi konu neydi? Biraz ciddiyetimi yitirmişim sanırım. Aç köpek gibi ekran
başına kilitlenip şimdi de bön bön bakıyorum. Kahvemden son bir yudum alıp yeni
paragrafa geçeyim en iyisi.
Son dönemde yaşadığımız doğa olaylarıyla ilgili içimi dökmek
istiyorum. İklim krizi tadımı kaçırıyor. Gençliğimizi tedirginlikle geçirdiğimiz
yetmiyormuş gibi, bir de 20 yıl içinde başımıza gelebilecek felaketleri öğreniyoruz.
Yok su kalmayacakmış, yok bu doğa felaketlerinin sonu gelmeyecekmiş. İnsanoğlunun
suçuymuş. Ya kardeşim benim bu konuyla ilgili nasıl bir suçum olabilir? Duş alırken
bile harcadığım suya dikkat eden bir insanım ben. Elimden geleni ortalamanın
üstünde yaptığıma eminim. Belki plastik kullanımı konusunda başarılı bir
sınırlamam yok; ama onu da ben mi ürettim yani? N’apayım her şey plastikse? Üstüne
üstlük duyarlı insanların en ufak olayda içi titrerken, hıyar sürüsünün dünya
umurunda değil. Ben bu dünyaya bireysel sorunlarımın yanı sıra bir de global
sorunlara üzülmeye mi geldim? Gerçekten yoruldum.
Instagram bütün sosyal medya uygulamalarını solladı, bu bir
gerçek. Her türlü konu orada konuşuluyor, her şey orada yaşanıyor. Tarkan bile dert sahibi oldu ya, adam her gün sosyal sorumlulukla
ilgili bir şeyler paylaşıyor. Ben de birçok insan gibi paylaşımlar yaptım. Ama artık
bunun da bir sonunun olmadığının farkına vardım. Hayatlarımız tekrara düştü
adeta. Kendi adıma biraz kabuğuma çekilmem gerektiğini hissettim. Artık telefonu
elime aldığımda sinirden ağlamak istemiyorum.
Biraz da düğünlerle ilgili ağlayabilir miyim? Burası benim
kişisel blogum olduğu için bence buna hakkım var. Bu yaz finansal anlamda büyük
darbe yedim. Büyük ihtimalle geri gelmeyecek bir sürü altın taktım. Neden böyle
söylüyorum? Çünkü olur da evlenirsem, düğün zamanına kadar altın alabilmek imkânsız
hale gelecek. Gerçek anlamda korkünç günler. Umarım altın hesabı yapmak zorunda
kalmayacağım kadar zengin biriyle evlenirim. Sanmıyorum; ama bana hayatta
başarılar.
Neden ya rab? Neden bu kadar boktan bir zaman dilimindeyiz? Gerçi
her zaman beterin beteri vardır. Her zaman daha iğrenç bir hayat koşulu vardır.
Ben normalde bu kadar negatif basan biri değilim. Bazen Polyannacılık bile yaparım
hatta. Havanın çok sıcak oluşu da beni bunaltıyor. Gerçek bir yazcı olmama
rağmen bu yaz bana pek keyif vermedi. Sanırım parasız oluşumun da bunda etkisi
var. Kredi ödemiyorken ne kadar rahatmışım ya. Şu sıralar tek beklentim memleketimde
günde 0 tl harcayacağım günlerin başlaması. Babişkomun prensesi olmak.
Hayatımdaki en iyi olay vücudumun fit olması. Rotasyonumun
üçüncü ayında olduğum için nöbetler dışında işe gitmiyorum. Bu sayede düzenli bir
şekilde spora gidiyorum ve maşallah barekallah ben makinayım makina. Dans da
keyifli gidiyor; ama hırslı bir ruh hastası olduğum için zaman zaman down olabiliyorum.
Şöyle ki, derste bir hareketi istediğim gibi yapamadıysam modum düşebiliyor,
aldığım keyif azalabiliyor. Köpek hırsı var bende gerçekten. İllaki içime sinmeli,
illaki çok beğenilmeliyim, gözde olmalıyım. Sanırsın profesyonel dansçı
olacağım. Bu egosal durum dansta ilerlememe katkıda bulunuyor elbette; ama keyfim
azalınca ne anladım o işten. Sanırım bunun dengesini kurmalıyım. Hem eğlenmeli
hem de öğrenebilmeliyim. Bazen dengem şaşıyor işte.
Son olarak, bu sıralar izlemekten çok keyif aldığım bir diziden bahsetmek
istiyorum. Grace and Frankie. Aşığıyım resmen! Kocaları 20 yıldır birbiriyle gizli
bir ilişki içinde olan ve bunu 70’li yaşlarında öğrenen iki kadının hikâyesi
anlatılıyor. Birbirinden hiç hazzetmeyen bu iki kadın zamanla en iyi arkadaş
oluyorlar. Gerçekten çokkkk sevdim. Diziyi izlerken hep Grace’e hak veriyorum;
ama Frankie’nin salaş tavırları da olmasa hayatları çok sıkıcı olurdu
gerçekten. Grace çoğumuzun alışık olduğu anne/kadın figürüyken Frankie, kendi yaş
grubuna göre alışılmışın son derece dışında bir kadın. Bu iki karakterin birbirleriyle
devamlı bir mücadele içinde olması, yaşlılığa adapte olma çabaları, bu süreçte yaşadıkları
zorluklar çok güzel işlenmiş. Dizi San Diego’da geçiyor; ancak gerçekte Los
Angeles’ta çekiliyormuş. Grace ve Frankie’nin meşhur beach house’u da La Jolla'da değil Malibu’daymış.
Bu da bir anekdot olsun, ben de izninizle yazımı sonlandırayım. Kendinize iyi
bakın!