Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16911

12 Ağustos 2021 Perşembe

Günlükvari 10 - Her şeyin muhatabı ben miyim?

Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!

Yazılarımı özleyeniniz var mı bilmiyorum. “Kısmen” anonim bir hesaba göre fena sayılmayacak bir okuyucu kitlem var. Sizi bilmem; ama ben yazmayı özlemişim. Öyle ki, alelacele bilgisayarımı açıp hızlı hızlı yazmaya başlamak için sabırsızlandım. Bilenler bilir, görebileceğiniz en hızlı klavye kullanan insanlardan biriyimdir. 10 parmağımı da kullanırım ve ekrana bakmam. Gerekli olup olmadığı sorgulanabilir olan bu detaydan sonra yavaştan konuya gireyim diyorum. Sahi konu neydi? Biraz ciddiyetimi yitirmişim sanırım. Aç köpek gibi ekran başına kilitlenip şimdi de bön bön bakıyorum. Kahvemden son bir yudum alıp yeni paragrafa geçeyim en iyisi.

Son dönemde yaşadığımız doğa olaylarıyla ilgili içimi dökmek istiyorum. İklim krizi tadımı kaçırıyor. Gençliğimizi tedirginlikle geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de 20 yıl içinde başımıza gelebilecek felaketleri öğreniyoruz. Yok su kalmayacakmış, yok bu doğa felaketlerinin sonu gelmeyecekmiş. İnsanoğlunun suçuymuş. Ya kardeşim benim bu konuyla ilgili nasıl bir suçum olabilir? Duş alırken bile harcadığım suya dikkat eden bir insanım ben. Elimden geleni ortalamanın üstünde yaptığıma eminim. Belki plastik kullanımı konusunda başarılı bir sınırlamam yok; ama onu da ben mi ürettim yani? N’apayım her şey plastikse? Üstüne üstlük duyarlı insanların en ufak olayda içi titrerken, hıyar sürüsünün dünya umurunda değil. Ben bu dünyaya bireysel sorunlarımın yanı sıra bir de global sorunlara üzülmeye mi geldim? Gerçekten yoruldum.

Instagram bütün sosyal medya uygulamalarını solladı, bu bir gerçek. Her türlü konu orada konuşuluyor, her şey orada yaşanıyor. Tarkan bile dert sahibi oldu ya, adam her gün sosyal sorumlulukla ilgili bir şeyler paylaşıyor. Ben de birçok insan gibi paylaşımlar yaptım. Ama artık bunun da bir sonunun olmadığının farkına vardım. Hayatlarımız tekrara düştü adeta. Kendi adıma biraz kabuğuma çekilmem gerektiğini hissettim. Artık telefonu elime aldığımda sinirden ağlamak istemiyorum.

Biraz da düğünlerle ilgili ağlayabilir miyim? Burası benim kişisel blogum olduğu için bence buna hakkım var. Bu yaz finansal anlamda büyük darbe yedim. Büyük ihtimalle geri gelmeyecek bir sürü altın taktım. Neden böyle söylüyorum? Çünkü olur da evlenirsem, düğün zamanına kadar altın alabilmek imkânsız hale gelecek. Gerçek anlamda korkünç günler. Umarım altın hesabı yapmak zorunda kalmayacağım kadar zengin biriyle evlenirim. Sanmıyorum; ama bana hayatta başarılar.

Neden ya rab? Neden bu kadar boktan bir zaman dilimindeyiz? Gerçi her zaman beterin beteri vardır. Her zaman daha iğrenç bir hayat koşulu vardır. Ben normalde bu kadar negatif basan biri değilim. Bazen Polyannacılık bile yaparım hatta. Havanın çok sıcak oluşu da beni bunaltıyor. Gerçek bir yazcı olmama rağmen bu yaz bana pek keyif vermedi. Sanırım parasız oluşumun da bunda etkisi var. Kredi ödemiyorken ne kadar rahatmışım ya. Şu sıralar tek beklentim memleketimde günde 0 tl harcayacağım günlerin başlaması. Babişkomun prensesi olmak.

Hayatımdaki en iyi olay vücudumun fit olması. Rotasyonumun üçüncü ayında olduğum için nöbetler dışında işe gitmiyorum. Bu sayede düzenli bir şekilde spora gidiyorum ve maşallah barekallah ben makinayım makina. Dans da keyifli gidiyor; ama hırslı bir ruh hastası olduğum için zaman zaman down olabiliyorum. Şöyle ki, derste bir hareketi istediğim gibi yapamadıysam modum düşebiliyor, aldığım keyif azalabiliyor. Köpek hırsı var bende gerçekten. İllaki içime sinmeli, illaki çok beğenilmeliyim, gözde olmalıyım. Sanırsın profesyonel dansçı olacağım. Bu egosal durum dansta ilerlememe katkıda bulunuyor elbette; ama keyfim azalınca ne anladım o işten. Sanırım bunun dengesini kurmalıyım. Hem eğlenmeli hem de öğrenebilmeliyim. Bazen dengem şaşıyor işte.

Son olarak, bu sıralar izlemekten çok keyif aldığım bir diziden bahsetmek istiyorum. Grace and Frankie. Aşığıyım resmen! Kocaları 20 yıldır birbiriyle gizli bir ilişki içinde olan ve bunu 70’li yaşlarında öğrenen iki kadının hikâyesi anlatılıyor. Birbirinden hiç hazzetmeyen bu iki kadın zamanla en iyi arkadaş oluyorlar. Gerçekten çokkkk sevdim. Diziyi izlerken hep Grace’e hak veriyorum; ama Frankie’nin salaş tavırları da olmasa hayatları çok sıkıcı olurdu gerçekten. Grace çoğumuzun alışık olduğu anne/kadın figürüyken Frankie, kendi yaş grubuna göre alışılmışın son derece dışında bir kadın. Bu iki karakterin birbirleriyle devamlı bir mücadele içinde olması, yaşlılığa adapte olma çabaları, bu süreçte yaşadıkları zorluklar çok güzel işlenmiş. Dizi San Diego’da geçiyor; ancak gerçekte Los Angeles’ta çekiliyormuş. Grace ve Frankie’nin meşhur beach house’u da La Jolla'da değil Malibu’daymış. Bu da bir anekdot olsun, ben de izninizle yazımı sonlandırayım. Kendinize iyi bakın!

 

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!