Herkese merhaba!
Bugün bir blog yazısı yazmam için son zamanların en uygun
günüydü. Sabah kalktım, nöbete geldim, hastaların kan sonuçlarına baktım,
vizitimi attım, odaya çekilip tezimle ilgili etik kurul başvuru formlarıyla
uğraştım. Öğlen Pumpkin Spice Latte’mi yudumladım, bu arada ne kadar şekerli
olduğunu unutmuşum, bir daha içmeyi düşünmüyorum. Sosyal medya turumu attım,
hastane bahçesinde yürüyüş yaptım, gün hâlâ bitmedi.
Uzun zamandır bütün günümü böyle yalnız geçirmemiştim. Yalnızlık
demek düşüncelerle boğuşmak demek benim gibiler için. “Overthinker” yani fazla
düşünen insanlar, sürekli olarak olumsuz düşünceler ürettiklerinde, bu
düşünceler yüzünden adeta can çekişebiliyorlar. Zaten depresyona da böyle
girmiştim. Çok şükür bir süredir -ara ara gelen kısa süreli üzüntüler dışında-
böyle değilim. Aylar önce şöyle bir şey yazmıştım:
“Hayat beni alsın, götürsün bir süre. Düşünecek fırsat bile
bulamayacağım günler içinde kaybolayım. Rutinin içine karışayım. Sonra beni
usulca kıyıya bırakıversin, uzun süredir içinde olduğum sudan kendi isteğimle,
kendi gücümle çıkayım. Biliyorum ki o zaman geldiğinde yeniden doğmuş gibi
olacağım.”
Sanırım hayatın beni kıyıya bıraktığı dönemdeyim. Büyük bir
dönüşüm yaşamış gibi hissediyorum. Yorgunum; ama huzurluyum. Sanki bu zamana
kadar yaşadığım her şeyi ancak özümseyebilmişim gibi geliyor. Yaşamak başka, hissetmek
başka, özümsemekse bambaşkaymış. Dinginleştim. Kavgalarımı bitirdim. En azından
şimdilik. Bir süre böyle dinlenim halinde kalmak bana iyi gelecek.
Bireyselliğe verdiğim değer arttı. Kendime saygı duymayı, önceliklerimi
önemsemeyi, beni gerçekten huzurlu hissettiren şeyleri bulmayı ve bunları
uygulayabilmeyi istiyorum. Uzun zamandır hayalini kurduğum derin birliktelik, hayat
arkadaşlığı şu dönemde önceliğim değil. Çok istedim. Çok düşledim. Yerini hiçbir
şeyin dolduramadığını düşündüm. Ama şu anımda daha farklı bir pencereden
bakıyorum hayata. Özel bir insan olduğumu düşünüyorum. Hayatımın geri kalanında
kendime ne katabilirsem kâr diye düşünüyorum. En çok; ama en çok dans etmeyi seviyorum.
Üzerine eğildikçe kendimi ne kadar geliştirdiğimi gördüm. Sahnede olmanın,
performans sergilemenin hayali bile güzel. Ergenliğimden beri hep böyle düşler
kurmuşumdur. Şimdilik kendi hayatımın sahnesindeyim. Belki ileride bambaşka şeyler
olur, kim bilir?
Geçmeyeceğini düşündüğüm üzüntülerimin her geçen gün belirgin
şekilde azaldığını görüyorum. Zaman zaman yaralarıma gözlerimden süzülen
yaşlarla dokunuyorum. Ama hissettiğim keder eskisi gibi şiddetli değil. Yenilgiyi
kabul etmek gibi. Akıntıya karşı yüzmemek, teslim olmak gibi. Kurduğum hayallerin
hayal olarak kalması gerektiğini artık görebiliyorum. Onlar zaten hiç gerçek
olmayacakmış. Olayları yorumlayış biçimim gerçek dışıymış. Çok yüksek
duygularla mutlu olmaya öyle ihtiyacım varmış ki, varımı yoğumu kumar masasına
yatırmışım. Aslında o kumarda kaybedeceğimi içten içe biliyordum; ama hissettiğim
derin acıya teslim olmuştum bir kere. Domino taşlarının birbirini düşürmesi
gibi, geçmişim beni bu hale düşürmüştü. Hayat bu. Hepimizin başına her an her
şey gelebilir. Şükürler olsun ki, o karanlık dönemden debelenerek olsa da
çıktım. İnsanın kendi zihnine söz geçirememesi çok ağır bir sınavmış.
2020 ve 2021 ömrüme derin izler bırakan iki yıl oldu. Asla unutulmayacak
iki yıl. Hayattayım. Mental çöküşüm sonumu getirmedi. Umuyorum ki o kritik
süreci atlattım. Bundan sonrasında da elimden geldiğince mücadelemi
sürdüreceğim. Çünkü biliyorum ki, en kötü anlarımda dahi bir çıkış yolu bulmayı
başardım. O çıkış yolunu aradım. Bırakmadım. Yalnızca, bir süre daha dinlenmem
gerekiyor, bunun da farkındayım.
Son olarak söylemek istediğim şey: dilerim ki umudum artar. Umudumuz
artar. En çok ihtiyacımız olan şey bu.
Sevgiler!