Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

2 Nisan 2023 Pazar

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!

Herkese merhaba!

Son yazımın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş. Bu bir ayın ilk zamanları alçı nedeniyle yıpratıcı olsa da yine de boş olmak bana iyi geldi. Birkaç gün önce İzmir’e döndüm. Alçım çıkalı iki hafta oluyor; ama ayak parmağı kırıkları gerçekten zor iyileşiyormuş, bizzat yaşayarak gördüm. Parmağım hâlâ şiş ve rahat bükemiyorum. Şükürler olsun ki kontrol görüntülemede belirgin şekilde iyileşme görüldü. Biraz daha sabır, yani istirahat ile sağlığıma kavuşacağım.

Raporluyken neler mi yaptım? İki tane kitap bitirdim. Öncelikle son zamanlarda odaklanma problemi yaşadığım, başladığım her kitabı yarım bıraktığım için bu konuyla ilgili kendimi tebrik etmek istiyorum. Otomatik Portakal zaten 1.5 günde bitti. Sonrasında da Kaan Sekban’ın Küçük Ünlü Uyumu kitabını üç-dört günde bitirdim. Aslında daha da okuyabilirdim; ama kendimi Modern Family’nin ve diğer Türk dizilerinin kollarına bırakmak daha konforlu geldi.

Alçım çıktıktan sonra havuzda yüzmek psikolojime en iyi gelen şey oldu. Bir de yerde dans pratiği yapmak. Bu süreçte ayağıma yük vermemem gerekiyordu; ama yerde çalıştığım hareketlerde bir sakınca yoktu. Ben de floor work denilen bu tarz dans videolarını izleyip koreografilerine çalışarak kendimi oyaladım. Dans etmek benim bir parçam. Her an aklımda. Her nasıl erkekler 10 saniyede bir seks düşünüyorsa (bir ara böyle bir cümle dolanıyordu ortalıkta, doğruluğu tartışılır) ben de dans düşünüyorum. Yeni bir hareket, öğrenebileceğim yeni bir detay, yeni bir müzik… O kadar iç içe geçmişiz ki isterse ayağım sakat olsun, bir şey fark etmiyor. Ayağa mı kalkamıyorum, yerde dans ederim. Ayağımı mı kullanamıyorum kollarımla koreografi yaparım. Yani belki de bir dansçının en çok korkacağı şeylerden biri olan uzun süreli sakatlık deneyimini yaşamış oldum. Bana göre alnımın akıyla da çıkıyorum. Çok şükür ki sakatlığım geri dönüşü olmayan bir durum değildi. Bir an önce tamamen iyileştiğim günlere ışınlanmak istiyorum!

İstirahat ettiğim bu dönemde deneyimlediğim bir diğer ilginç etkinlik ise Sinematerapi oldu. Online seanslarla, önceden belirlenmiş olan filmleri izleyip konuştuğumuz, tartıştığımız bir yer. Moderatörler bir psikiyatrist ve bir psikologdan oluşuyor. Onların yönlendirmeleriyle analizler ve yorumlar yapıyoruz. Açıkçası seansın birinden çok memnun kalırken, diğerinde sinirlendiğimi hissettim. İzlediğimiz filmler Her filmi ve Malena filmiydi. Malena filminde güzelliğiyle tüm kasabanın dikkatini çeken dul bir kadının yaşadığı zorluklar anlatılıyordu. Kadının resmen güzel olduğu için cezalandırıldığı adi bir düzen varken bizim üzerinde durduğumuz konunun kıskançlık olması bana çok saçma geldi. Neredeyse kadın aşırı güzel olduğu için (Monica Bellucci) kıskançlıktan kudurup ona iftiralar atan, linç eden kadınlara hak verecektik seansta. Kıskançlık elbette ki her duygu gibi insani, insana ait olan bir duygu; ancak bu filmin ana fikri asla bu değildi diye düşünüyorum. Neyse, canım Malenam ben senin yanındayım merak etme.

Elbette ki son zamanlarda en motive halde izlediğim dizi olan Kızılcık Şerbeti'nden bahsetmemek olmaz. Dizinin bana göre kilit karakteri olan Nursema, yani Ceren Karakoç, eskiden Beni Affet diye bir hafta içi dizisinde oynuyordu. Günlük diziden prime time dizisine yükselmesi beni çok mutlu etti; çünkü gerçekten inanılmaz yetenekli bir kadın. Güya dizinin ana teması seküler ailenin kızıyla muhafazakâr ailenin oğlunun aşkıydı; ancak yan karakterler kendini öyle bir gösterdi ki artık kimsenin ilgisini Fatih ve Doğa'nın aşk hayatı çekmiyor. Fatih zaten sümsüğün, duruşsuzun önde gideni. Öyle bir kocam olsa uykusunda boğasım gelirdi yemin ederim. Dizide Kıvılcım'ı canlandıran seküler queen Evrim Alasya'ya da bayılıyorum. Ne yazık ki kendisi de muhafazakâr birine aşık oldu. Ömer Fatih'ten daha iyi bir çar elbette; ama işte muhafazakârlık öyle benliğinden söküp atabileceğin bir şey değil. Bu arada dizideki isim seçimleri muazzam. Sönmez, Kıvılcım, Alev. Resmen dindar bir aileye göre cehennem isimleri bunlar hahahahaha. Aşırı dindar ve kuralcı bir ailenin babası olan adam evli haliyle kızı yaşındaki kadına ilan-ı aşk ediyor. Gerçi Alev'e imam nikahı kıysa, ikinci eş olarak alabilir, dinen kılıfına uydurabilir kendi kafasında. Yani o kadar iğrenç, o kadar korkunç muhabbetler ki bunlar. Alev de yürüyen daddy issues. Senin ne işin olur o adamla ya? Neyse şimdilik bu kadar yorumlamak yeterli diye düşünüyorum. Kızılcık Şerbo'nun podcastini kaydetmek de gelecekteki planlarım arasında. 

İzmir’e geldiğimde baharın geldiğini gerçekten hissettim. Hava sıcaklığı o kadar yükselmiş ki Zonguldak’taki kış havasından sonra direkt olarak yaza geçiş yapmışız gibi geldi. Güneşi o kadar çok seviyorum ki. Yurtdışında yaşayacaksam da güneşli bir yerde yaşamalıyım. Avrupa’nın gün ışığı görmeyen şehirlerine gitmeyi asla istemiyorum. Hiçbir zaman da böyle bir hayalim olmadı. Ben Antalya gibi bir şehirde yaşamak istiyorum. Yaz sıcağı da beni hiç rahatsız eden bir şey değil. Seçimleri bir görelim de, ona göre kararımızı vereceğiz artık.

İşe dönmeme 9 gün kaldı. Dokuz Eylül’de çalışacağım son 3 haftam olacak. 1 tane de nöbetim var bu ay. Allah’ım iki aydır nöbet tutmuyorum ve o kadar özlemedim ki! Yanlış bilmiyorsam 10 yıl sonra EYT ile emekli olabiliyormuşum. Açıkçası bu beni çok sevindirdi. Toplamda 15 yıl doktorluk yapıp emekli olmak bence gayet yeterli. Adam olana çok bile. Sadece o döneme kadar ekonominin düzelmiş olması lazım. Emekli maaşıyla nasıl geçinicem yoksa? Neyse düşünülür…

Son günlerde hayatımla ilgili ne hayaller kurdum, biraz da bundan bahsedelim. Mecburi hizmette Zonguldak’a atanırsam (inşallahhhhh) orada dans eğitmenliğine başlayacağım. Birçok üniversiteli genç var ve benim ilgilendiğim High Heels ve Reggaeton türlerinde dans sınıfları yok. Genç insanların enerjisiyle donatılmak insana yaşama hevesi verir. Dans etmek zaten başlı başına bir keyif benim için. Umarım her şey yolunda gider ve bu hayalim gerçek olur. Kurduğum bir diğer hayalse stand-up gösterisi yapmak. Kendimi çok komik buluyorum, keza çevremdeki insanlar da. Podcast kanalımda stand-up yaptığım bir bölüm kaydetmeye karar verdim. Bir deneyeceğim. Güldürmek konusunda bir endişem yok; ama şakanın dozunu ayarlayamama konusunda var. Ofansif biriyim ve maalesef toplumumuz ota boka duyar kasmaya çok meyilli. Şakaya gülüp geçmeyi başaramayan çok fazla insan var. Neyse benim etim ne budum ne zaten, dinleyecek kişi sayısı en fazla 300 olur. Oradan da büyük reaksiyonlar gelmez diye düşünüyorum. Öfff yani daha bir şey üretmeden, “ürettiğimde kimler taşlar” diye düşündüğün bir ülke burası gerçekten yetoooo. Beğenmeyen dinlemesin valla. Bir diğer hayalimse ablamla Bali’ye tatile gitmek. Son zamanlarda karşıma çıkan fotoğraflarından, videolarından çok etkilendiğim bir yer. Hem doğası hem de eğlence hayatı mükemmel görünüyor. Ben zaten her tatilimi balayı gibi yaşıyorum. Tek eksiğim bir damat. O da küçük bir detay. Belki tatilde bulunur (yapıştırrrr).

Havalar ısınsın, kendimi ennnnnn özgür hissettiğim yer olan denizime kavuşayım (dans pistiyle yarışırlar btw), durmaksızın dalıp çıkayım istiyorum. Yüzmek is my love language gerçekten.

Bence epey uzun bir yazı oldu, sonlara doğru dikkatim dağıldı. En iyisi yazımı burada sonlandırayım. Hepinizi öpüyorum! (N’olur Zonguldak’a atanmam için bana dua edin. SÇS)

23 Şubat 2023 Perşembe

Günlükvari 15 - Uzaklaşmak

Herkese merhaba.

Bu satırları memleketim Zonguldak’tan yazıyorum. Neden mi buradayım? Ayak parmağımdaki kırık iyileşmediği için ayağım alçıya alındı. Bir ay istirahat edeceğim. Bu ikinci kırık tecrübem olduğu için bu konuyla ilgili fazla üzgün ve travmatize hissetmiyorum. Zaten beklediğim bir durumdu. Düştüğümde çatlak olduğunu tahmin ettiğim parmağımın iyileşmesi için istirahat etmem gerekiyordu ve kurtlu ben yerimde durmadığım için stres kırığı gelişti. Bu ayakla dans festivaline gittim, Amerika’ya gittim, geri dönünce dans okuluna gitmeye devam ettim. Yetmedi, uzmanlık sınavında bir saat stilettoyla ayakta durdum. Sonunda parmağım isyan etti haklı olarak. Artık kıçımın üstüne oturup kırığın iyileşmesini beklemekten başka şansım yok. Benim gibi devamlı dans eden, yerinde duramayan bir insanın sınavı da bu işte. Neyse ki süre fazla uzun değil, dayanabilirim. Koltuk değneklerine alışmam bir iki gün sürdü; ama artık iyiyim. Aile evinde minimum efor sarf ederek yaşantımı sürdürüyorum. Aslında bu boşluğa ihtiyacım vardı. Mental olarak zorlu bir dönem geçirdim. Depremle ilgili düşüncelerimi yazıp yazıp siliyorum. Kendimi ifade etmekte zorlanıyorum, ne desem bencilce olacak gibi geliyor. Üzüntümü tarif etsem, öfkemi anlatsam, yani ne yapsam, ne söylesem boş, tarifi imkansız bir felaket. Bu süreçte bir vatandaş, bir doktor olarak elimden ne gelirse yapacağım, sanırım metanetimi korumamı sağlayacak tek şey bu.

Nihayet uzman oldum. Hastane ortamından çok sıkılmıştım, içimden işe gitmek hiç gelmiyordu artık. Hastanedeki misyonumu tamamlamış gibi hissediyorum. Görev yerimin değişecek olması benim için güzel bir durum. Buraya atanmayı istiyorum. Bakalım yeni görev yerim neresi olacak? Nisan atamasına gireceğim için henüz zaman var.

Hareketsiz yaşantımda neler mi yapıyorum? Modern Family’ye başladım ve çok sevdim. Beni güldüren tek aktivitem onu izlemek. Bazen mata uzanıp belimi, bacaklarımı esnetiyorum, gökyüzünü seyrediyorum. Instagram ve twittera daha az girmeye karar verdim; çünkü ya ağlıyorum ya öfkelenip malum şahıslara küfür etmeye başlıyorum. Bu durum özellikle de immobil olduğum, beni iyi hissettirecek fiziksel aktiviteleri gerçekleştiremediğimden psikolojik anlamda daha kötü olmama sebep oluyor ve benim bu halde olmamın hiç kimseye bir faydası yok. O nedenle akıl sağlığımı korumayı önceliğim olarak belirledim. Yeğenim ve ablamla puzzle yapıyoruz. Ailemle TV dizisi izliyorum. Çok uzun zamandır dijital platform hariç Türk dizisi izlememiştim, annem karakterleri özetliyor, onlara adapte oluyorum. Buraya geldiğimden beri henüz kitabı elime almadım; ama Otomatik Portakal’a devam edeceğim. Martin Eden kitabını bitirdim. İşin ilginç kısmı, kitabı uzmanlık sınavına çalıştığım dönemde bitirmiş olmam. Yani ders aralarında kafam dağılsın diye okurken, kitabın asıl ilgi çekici kısmı başladı ve elimden bırakamaz oldum. Kitap beni gerçekten etkiledi. Jack London’un kendi yazarlık serüveninden esinlenerek yazdığı bir kitap. Ben direkt kendi yaşam hikayesi sanıyordum; ama öyle değil, sonuna gelince anladım… Kitaba dair yorumum şu: Her zaman olduğu gibi insanlıktan tiksiniyorsunuz.

Kendimle ve çevremdeki insanlarla ilgili psikolojik analiz yapmayı çok severim. Bu özelliğim son 2.5 yılda iyice belirginleşti. Artık kendimden sakladığım pek  bir şey kalmadı, kendime dürüst olmayı öğrendim. Bir duruma verdiğim tepkinin altında yatan nedeni anlamam oldukça kısa sürüyor artık. Nedenini bildiğimi düşünmeme rağmen hâlâ yol alamadığım bazı konularla ilgili yeniden psikolojik destek almaya karar verdim. Ayağım alçıya alınmadan önce 2 seans gidebilmiştim; döndüğümde devam edeceğim.

Bu aralar üzerinde düşündüğüm konu ego. Ben bunca zaman değersizlik hissiyle mücadele verirken meğerse asıl canavarı arka plana atmışım. Kendimi çok fazla önemsediğimi fark ettim. İki durum birbirine bu kadar zıtken nasıl aynı zihinde var olabiliyor, ilginç değil mi? Egom muhtemelen bir savunma mekanizması olarak inşaa edilmiştir. Değersizlik hissinin üstünü örtmeye çalışıyorumdur. Ama bu sahte bir şey değil, gerçekten var. Hem kendimi hem de başkalarının beni değerlendirme biçimini çok önemsiyorum. Ve tokat gibi bir gerçek var ki insanlar beni, benim onların önemsediğini düşündüğüm kadar önemsemiyor. Birçok insanın umurunda bile değilim, onların da benim umurumda olmadığı gibi. Bu gerçek bana yeni yeni dank ediyor. Önceden bu konunun üzerine mutlaka düşünmüşümdür; ama hiçbir zaman son günlerde olduğu gibi içime işlememiş, özümsememişim.

Kendimi önemsememde yanlış bir şey görmüyorum. Ama bundan sonra kendime, insanların beni, benim sandığımdan çok daha az önemsediğini kendime sık sık hatırlatacağım. Bu gerçeği hayatıma entegre etmemle daha özgür, daha huzurlu olacağımı düşünüyorum. Bu durum belki de benim prangamdı. Kendim olabilmemin önünde bir engeldi. Bu sayede belki de bundan sonra gerçekten kendim için yaşayabileceğim.

Hayatı, olması gerekenden çok daha fazla ciddiye aldığımın artık iyice farkındayım. Herhangi bir beklentim olmadan, gelişine yaşayacağım bundan sonra. Güzellik gelirse güzelliği, üzüntü gelirse üzüntüyü yaşayacağım. Yoluma devam edeceğim. Dramatize etmeyeceğim duyguları, insanları. Duygumu var olduğu anda hissedeceğim, bittiğinde bitecek. Kafamda kurmayacağım, gerçeklikten çıkmayacağım. Gerçek neyse onu yaşayacağım, bittiğinde bitecek.

28 Ocak 2023 Cumartesi

Günlükvari 14 - Uzmanlık Öncesi Son Çıkış

Herkese merhaba!

Blog yazmayalı uzun zaman oldu, hatta 2022’yi geride bıraktık. Benim için çok güzel bir yıldı açıkçası. Elbette ki zorlandığım zamanlar oldu; ama ortalamanın üstünde bir yıldı kesinlikle. Kasım ayında uzmanlık tezimi savundum, muhtemelen ayak parmağımı kırdım, tam iyileşmemiş ayağımla Amerika’ya gittim. 2022’nin son aylarında hareketlilik de eksik olmadı anlayacağınız. Gerçi ne zaman oldu ki?

Amerika seyahatimden biraz bahsedeyim. Washington ve New York’u görme fırsatım oldu. New York zaten hayallerimin şehri. Senelerce dizilerde, filmlerde gördüğüm caddeleri, gökdelenleri görmek harika bir deneyimdi benim için. Hava çok soğuktu ve çoğunlukla yağmurluydu. Gezmek için dört günümüz vardı ve ayağımın sakatlığı başıma bela oldu biraz. Ama olsun, yine de muhteşemdi. Christmas ruhunu iliklerime kadar hissettim. İnsanların çok hoşsohbet, her zaman güleryüzlü olmaları çok tatlıydı. Tren makinisti anonslarında espri yapıyordu mesela. Rockefeller Center’ın tepesi olan Top of Rock’tan şehri kuş bakışı izlemek en etkileyici anlardandı. Bir de Brooklyn Bridge’te yürürken Statue of Liberty’yi görmek… Çok uzakta olmasına rağmen o kadar görkemliydi ki kendimi küçücük, nokta gibi hissettim. Hayatımda ilk kez NBA maçını canlı izledim. New York Knicks ve Chicago Bulls’un maçıydı. Muhteşem bir deneyimdi. Son saniyede Knicks kaybettiği için biraz buruldum, neyse… Washington’a gelecek olursak, çok daha sakin ve huzurlu bir şehir. İnsanların çoğu Christmas tatili nedeniyle evlerine gittiği için iyice ıssızlaşmış. Beyaz Saray asla hayal ettiğim gibi bir yer değildi, küçücük bir evmiş meğer. Escobar’dan bir eksiğim olamayacağı için elbette önünde fotoğraf çektirdim. Bisiklet turu yaptım ki benim için challenge denilebilecek bir olay, kesinlikle iyi bir sürücü değilim. Washington Monument, Lincoln Monument gibi ünlü anıtlarını gördüm. Burada insanı garip hissettiren detay, ülkenin tarihinin 250 yıllık olması. Bulunduğumuz coğrafyada milattan öncesine kadar gidebiliyorken, o coğrafyanın çok daha yeni bir sivilizasyonunun olduğunu fark etmek gerçekten ilginç. Binalar, yollar çok geniş, çok görkemli, alan da bol.  Yalnız AKP’li gibi yorum yapmak istemiyorum; ama galiba global bir ekonomik kriz var aşkolar jdhjkf. Her şey üç sene öncesine kıyasla çok pahalanmış. Elbette ki Türkiye ile kıyaslanamaz, biz bittik, biz mahvolduk. Ama orada da fiyatlar beklenenin üstünde artmış. Washington’da en çok sevdiğim yer Georgetown oldu. O kadar tatlış bir yer ki… Ahh bir de o cookieciyi hiç unutmayacağım. Levain Bakery you stole my heart… Tahmin edileceği gibi, burada herkes buz pateninde çok iyi. Ayağım sakat olmasına rağmen denemek istedim, çünkü neden bir yerimi daha kırmayayım? Kırmadık çok şükür. Pek beceremedim; ama çok da kötü değildim bence.

Bir de değişik bir spor deneyiminden bahsedeyim. Evet ayak parmağım kırık diyorum; ama hiçbir aktiviteden de geri kalmıyorum. Böyle böyle iyileşmedi işte. Neyse, Orange Theory diye bir spor salonu zinciri var. Arkadaşlarım oraya üye olmayı düşünüyordu, denemek için seans ayarlamışlar. Sağ olsunlar benim için de kayıt yaptırmışlar. Şöyle ki grup olarak katılıyorsunuz, bir P.T. var ve sizi yönlendiriyor. Ekranda isminiz ve kalp hızınız, o anki renginiz (gri, yeşil, turuncu, kırmızı) görünüyor. Gri olan egzersizi efektif yapmadığınızı, kırmızı olan da götünüzün çıktığını gösteriyor. Hedef bolca yeşil ve turuncu alanda kalmak. (Anladıklarım bunlar, eksik veya yanlış olabilir) 1 saatlik egzersiz sonunda ortalama değeriniz hesaplanıyor. Kardeşiniz ülkesini gururla temsil etti ve bolca yeşil ve turuncu alanda kaldı. Heh bir de piramid şeklinde olması daha sağlıklı egzersiz anlamına geliyormuş. Toplamda iki kez gittim ve ikisinde de ideal egzersiz yaptığım sonucu çıktı. Ben makinayım makina.

Yılbaşına gelecek olursak; ev partisi düzenledik, yaklaşık on beş kişi falandık. Keyifliydi gayet. Yeni yıla girdikten 1 saat sonra sızmışım ya. Biraz daha uyanık kalabilseymişim iyiymiş.

Ben ne zaman Amerika’ya gitsem (toplamda 2 kez), bana orada yaşamalıymışım hissi geliyor. Yine USMLE’ye çalışma kararı aldım. Artık Yandal sınavına çalışmak bana kerizlikmiş gibi geliyor. Ona çalışacağıma denklik sınavına çalışmam daha mantıklı bence. Bilmiyorum, hiçbir şekilde ülkemi geride bırakacağım için bir hüzün yaşamayacakmışım gibi geliyor. Öyle bıkmışım ki. Ki düşünün, bu yaşıma kadar ülkenin en yaşanılabilir şehirlerinde yaşamış olmama rağmen böyle hissediyorum. Bunun daha mecburi hizmeti var.

İlişkim olmadığı için sürekli mızmızlanıyorum; ama bir taraftan da aşırı özgür olabilmek, hayatımı planlarken hiçbir faktöre bağlı olmamak muhteşem bir şey. Ben aileci biri de değilim pek. Yani annemle haftada bir, babamla ayda bir falan telefonla görüşüyorum. Ablamla da çoğunlukla mesajlaşıyoruz. Yurtdışında yaşasam zaten bu kadar, hatta belki daha sık görüşürdük. Hayatımla ilgili radikal kararlar alabileceğim bir zaman dilimindeyim ve bu çok kıymetli bir şey.

Şubat ayında uzman oluyorum. Nisan'da atama kurasına gireceğim. Umarım Zonguldak’a atanırım. Dansa devam edebileceğim bir şehir olması benim için çok önemli. İzmir’e dair en çok özleyeceğim şey dans. Gerçekten modern bir şehirde yaşadım, bunun hakkını vermeliyim. Kendimi kısıtlanmış hissetmedim veya minimum düzeyde hissettim. Bu simülasyonda (T.C.) var olabilmem için böyle bir şehirde yaşayabilmem gerekiyor.

Hayatım çok belirsiz ve aslında bu belirsizlik çok da heyecan verici. Özgürlüğümün, bireyselliğimin doruklarındayım adeta. Mesela İzmir’i terk edeceğim, başka bir yere gideceğim, tek başımayım (aşkım kedayımla elbette). Aldığım kararlar yalnızca beni ilgilendiriyor. İnsan neye sahip değilse o kıymetli gelirmiş, artık bakış açımı değiştirmeye karar verdim. Sahip olduklarım da çok kıymetli şeyler. Bu demek değil ki ıssız kadın oldum, erkeklerden ölümüne uzak duracağım falan. Hayır elbette. Tam aksine, hayatıma alacağım kişi beni öyle etkilemeli ki bu fancy hayatım yerine onu tercih edeyim, onunla olmak isteyeyim. Varsa yüreği olan gelsin hahaha. Yani hayatımda kalite kaybı istemiyorum kesinlikle. Çıtayı mevcut olanın üzerine çıkarmayacaksa, hatta aksine benim modumu, hayat enerjimi düşürecekse o kişi benim hayatıma girmemeli diye düşünüyorum. Bana bir şeyler katmayan, üstüne bir de benden götüren insanı istemiyorum. Uğruna ilişki boyunduruğuna gireceğim insan hakikaten bir şeylere değmeli. Romantizm elbette güzel; ancak yalnız yaşamaya alışmış bir insanın hayatı çift kişilik yaşamaya başlaması da kolay bir durum değil. Kesinlikle motive edilmek gerekiyor.

Bakalım önümüzdeki birkaç ay içinde neler olacak, heyecanla bekliyorum. Sınavım için ve atamam için bana şans dileyin, öpüldünüz!

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!