Kadın cephesinden başlıyorum. Her zaman olduğu gibi kendimden bir örnek vereceğim. Çocukluğumda oldukça dikbaşlı biriydim. Erkeklerle çok kavga eder, sürekli bir hak arayışına girerdim. İlkokul öğretmenim Mualla Öğretmen, bana her seferinde alttan almamı tembihlerdi. “Sen kız çocuğusun, ileride eş olacaksın, böyle fevri tavırlarını törpülemelisin.” diyordu resmen. Cinsiyet ayrımcılığını ilk kez o zaman yaşamıştım sanırım. Öğretmenime itiraz etmiştim tabii ki. Cazgırın tekiyim kabul eder miyim böyle bir şeyi? Bu “old fashion” öğretiyi, artık tartışılacak bir konu olarak bile görmüyorum elbette.
Ben bir kadın olarak değil de bir insan olarak algılanmak istedim her zaman. Kadına yapılan şaşaalı övgüler beni hep rahatsız etti. Anaçlık, iyilik, bereket, bilmem ne. Hele o “Siz olmadan olur mu?” cümleleri. Biz sanki bir eşantiyonmuşuz da, erkeklerin hayatına güzellik katmak için gönderilmişiz gibi tavırlar. Kadına yapılan güzellemeler bana bu yüzden boş geliyor. İnsanız kardeşim insan. Önce burada bir anlaşalım.
Her canlının kendince üstün tarafları olduğu gibi zayıf yönleri de var. Kadının da, erkeğin de. Ama maalesef bizim zayıf yönlerimiz, erkeklerin bize üstünlük kurmasına sebep olmuş. Canım hemcinslerim yüzyıllar boyunca aşağılanmış, hor görülmüş, haksızlığa uğramış. İkinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmış kadınlara. Dünyada hâlâ kesinlikle erkek egemenliği diye bir şey var. En iyi ihtimalle gelişmiş bir toplumun vatandaşıysanız bile, eski zamanlardan kalan birkaç bir şey vardır, kırıntı da olsa yine de vardır. Bizim gibi gün geçtikçe muhafazakârlaşan toplumlarda ise manzara daha da vahim.
Diyelim ki başarılı bir iş kadınısınız. Özgeçmişiniz göz dolduruyor. Güzel bir işiniz var. Çocuk sahibi oluyorsunuz. Her ne kadar günümüzde babalar da yardımcı olsa da, sorumluluğun çoğu sizde. Derken, iş yerinde kuyunuzun kazıldığını fark ediyorsunuz. Anne olduğunuz için işinizi aksatmakla suçlanıyorsunuz. Bu eminim ki birçok kadının başına gelen bir durumdur. Bunun gibi bir sürü örnek verilebilir. Başarılı bile olsan dibe çekilmeye layık görülüyorsun, çünkü kadınsın. Bir limitin olmalı. Zaman ve koşullar değişiyor, modernleşiyor, ama hâlâ daha aşılamamış birçok şey var anlayacağınız.
Bir kadının misyonu sadece annelik midir? İyi bir eş olmak mıdır? Evi çekip çevirmek midir? Lanet olsun ki hâlâ bunları tartışıyoruz. Herkes doğru cevapları biliyor, ama uygulamaya geldiğinde kafa yapısı sabit. Ve fark ediyorum ki bunları sesli dile getiren kadınlar da küçümseniyor. “Öff, beğenilmemiş, evlenememiş çirkin biri kesin.” Ya da “Bu da önüne gelenle yatıyordur.” deniyor hakkında. Kadın, toplumun gelenekselliğini benimsememiş biriyse yine yaftalanıyor yani. Geleneksel kadınlarımız da kocaları tarafından eziliyor. Ulan bu bacılarımın yüzü hiç gülmeyecek mi???
Feministim, her zaman kadın kardeşlerimin yar ve yardımcısı olmak isterim, ama erkek düşmanı değilim. Feministlik erkek düşmanlığıymış gibi bir algı var ne yazık ki. Benim gibi düşünen, kadın-erkek ayırmaksızın insan olmayı, karakterli olmayı önemseyen bir erkeğe neden düşman olayım ki? He muhafazakârlara gerçekten katlanamıyorum. Benden uzak olup Allah’a yakın olabilirler. Örneğin, bu yazdıklarıma katılmayan, az önce bahsettiğim kötü düşünceleri aklından geçiren bir kadın da bu haz etmediğim erkeklerden farksız gözümde. Sırf aynı cinsiyetteyiz diye ona torpil mi geçeceğim? Hani diyorlar ya, "Ben seni de savunuyorum kardeşim." Yoo? O benden nefret edecek, ama ben onu savunacağım. Tabii ki şiddete uğrayan, başına kötü bir şey gelen bir insanın benimle aynı görüşleri paylaşmasa da destekçisi olurum. Ama benden farklı bir hayat görüşüne sahip olup, bundan da son derece memnun, üstüne benim gibilerin varlığından rahatsız olan bir insanla tartışma bile tartışmam. Yollarımız ayrıdır, kendisine başarılar diler geçerim.
Hümanist olmak zor zanaat. İstediğimiz kadar iyimser olalım, bu hayatta sevmediğimiz insanlar var, olacak da.
Kadın-erkek ilişkisini konuşacak olursak, üzen taraf değişken olduğu için genelleme yapılacak bir durum göremiyorum bu konuda. Türlü türlü birliktelik var. Arz-talep meselesi gibi bir durum söz konusu. Baskın bir erkek karakter varsa, erkeğin baskın olmasını isteyen bir kadınla birlikte. Ya da tam tersi; kadın baskınken, erkek uyum gösteriyor. İki baskın karakter varsa, sürekli kavga-dövüş halindeler. Orta yolu bulmuş insanlarsa problem çıkmıyor. Değişiyor yani. Tabii ki benim ikili ilişkilerde rahatsız olduğum şey, erkeklerin kısıtlayıcı oluşu. Ama dediğim gibi, bundan çok memnun kadınlar da var. Kısıtlanmak önemsenmek anlamına geliyor bir nevi. “Beni umursuyor, o yüzden böyle olmamı istiyor.” diye düşünülüyor.
Ben size bir şey söyleyeyim mi? Biz kadınların genel problemi bu aslında. Değersiz hissetmek. En büyük bug’ımız da bu. Kendi potansiyelimizin farkında olmayıp, birilerinin iki hoş sözüne kanmak. Bu sadece aşk anlamında değil. Gerçekten her sabah kalkıp, “Ben çok iyi biriyim. Çok güzel yönlerim var.” gibi kendimizi motive edici cümleler kursak, bu kadar kandırılmaz, bu kadar ilgi alaka bağımlısı olmayız belki. Güzel şeyler işitmek bizim en büyük ihtiyacımız. Bana göre yetiştirilirken bir yanlışlık yapılıyor ve biz bu hale geliyoruz. Kitlesel bir zaafiyetin başka bir açıklamasını bulamıyorum açıkçası. Ya da doğamızda mı var acaba? Neden böyleyiz ya rab??? Belki de kendimizi yetersiz görüyoruz. Eksik görüyoruz. İlgi açlığımız bu yüzden. Neticede kadınız. Erkek değiliz. Böyle bir algı yaratılmış. ALGI OPERASYONUNA KURBAN GİDİYORUZ RESMEN.
Biraz da erkek cinsiyeti hakkında atıp tutayım. Kadınlar hakkında biraz daha yazarsam ağlayacağım bu gidişle. :((
Erkek olmak doğuştan 1-0 önde olmak gibi bana göre. 1-0 öndesin diye maçı galip bitireceğinin garantisi yok, ama avantajlısın işte. Zaten bu avantajı her erkek değerlendiremiyor. Önde olmanın baskısını kaldıramıyorlar, gol yiyip yeniliyorlar. Eziklik psikolojisi gelişiyor bu sefer de. Erkeğim ama güçlü değilim, erkeğim ama yetersizim gibi. Çocukluktan bu yana yüklenen misyonun bir diğer yanlış sonucu da bu. Halbuki sen bir insansın. Günahınla, sevabınla bir insan. Sana uygun görülmüş, olmaya mecbur bırakıldığın figür olmak zorunda değilsin.
Ben fark ettim ki, bazı erkekler bir konuda kadının gerisindeyse, başka konularda üste çıkmaya çalışıyor. “Sen burada benden iyisin ama ben de burada senden iyiyim” diye düşünerek içlerini rahatlatıyorlar. Gerçekten karşılarındaki kadının onlardan üstün oluşunu tehdit olarak görüyorlar. O heybetli görünümlerinin altında korkak, özgüvensiz bireyler yatıyor, ama illâ ki yiğitliğe bok sürdürmeyecekler.
Erkeklerin de imtihanı, üstün olmak zorunda oldukları bilinciyle yetiştirilmek sanırım. Dediğim gibi her erkek bu baskıyı kaldıramıyor. Durumu avantaj olarak gören ise tam anlamıyla “winner” oluyor. Allah’ım keşke ben de winner bir erkek olsaydım diye geçiriyorum içimden. Kadın olmak fena değil, hatta birçok yönüyle keyifli de denebilir. Ama erkek olmak muhteşem geliyor bana. Bir kere çok daha üstünden biri olurdum gibime geliyor. Kadın beyni her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp, hayatı kendine zehir edebiliyor. Ama erkeklerde pozitif bir pratiklik var. Tak tak tak, bitti. Bunlar tabii ki de herkesi kapsayacak şeyler değil. Bir erkek çıkıp da, “Hayır o işler öyle sandığın gibi olmuyor.” diyebilir. Ben gözlemlerime dayanarak konuşuyorum. Mutlaka benim de kaçırdığım ya da yanlış düşündüğüm şeyler vardır.
Sanırım yazacaklarım bu kadar. Görüş belirtmek isterseniz çok sevinirim. Farklı bakış açılarını okumayı seviyorum. Hoşça kalın!