Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17167

10 Mart 2018 Cumartesi

Boş ve Beleş


Merhabalar!
Enerjik bir cumartesi öğleninden hepinizi selamlıyorum. Enerjik dediğim de tamamen havanın güzelliği, bende bir halt yok yani. 3 gün önce sağ alt yirmilik dişime elveda dedim, yarı şiş suratımla hayata tutunmaya çalışıyorum anlayacağınız. Prosedür beklediğimden daha rahat geçti ama şu tipim de bir düzelse fena olmayacak. 
Hâlâ Antalya’dayım. Yok arkadaş ben iyice aylaklığa vurdum işi, üstüne bir de diş çektirme olaylarına girince kıçım kımıldamaz oldu. Bir süredir kuzenimde ikamet ediyorum. Köşe koltuklu bir odayı bana ayırdılar, habitat belledim kalkmıyorum asla. Hani onlar bekliyor ki sabah uyanayım, yatağım bir toplansın, koltuk dizaynına geri dönsün falan. Yok. Sabah kalkıp bir şeyler atıştırdıktan sonra gerisin geri dönüyorum oraya. Gündüz uykuları uyuyorum, dizi izliyorum, arada bir şeyler okuyup bırakıyorum, instagramda, twitterda geziniyorum, akşam oluyor arkadaşlarımla çıkıyorum. Oha ben bildiğin dream life’ı yaşıyorum! Allah’ım bitmesin, bitmesin bu rüyaaa. Rabbimmm boş beleş yaşamak ne kadar güzelmiş! Hani yaz tatili uyuşukluğu vardır ya, keyiften ziyade sıkıcılaşmaya başlamıştır artık. Bence bu aylaklık sürecini eğer kış-ilkbahar döneminde yaşıyorsanız daha bir keyfi çıkıyor. Ben hayatımda ilk defa bu aylarda boşum sanırım. Geçen sene intörndüm, ondan önceki seneler öğrenci. Şu an ise hiçbir şey değilim! HAHAHA! Eğer bir aksilik çıkmazsa 5 gün sonra sınav açıklanıyor. Artık daha sakinim bu konuda. Ay bunu dememle birlikte kalbimin atışları hızlandı, iyi ki sakinim he.
Neysseee ne konuşayım ben bugün? Artık yaz gelsin bence. Evet bunu konuşmak istiyorum. Hayatı çekilebilir kılan yegâne şeylerden biri havanın güzel olması bana göre. Ya kışın neresini seviyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Uyanıyorsun, yarrak kürek bir hava. Sabah mı gece mi belli olmayan, insanı bunalıma sürükleyen negatif yüklü iğrenççç bir oluşum. Oysa yaz öyle mi? Gözlerini güneşe açmak, güne başlamayı kolaylaştırıyor bir kere. Şu an burada öyle güzel bir hava var ki, deniz manzarası eşliğinde tertemiz Antalya havasını soluyarak, bir roman yazıyormuşum gibi triplere giriyorum mesela. Oysa yazımın derinliği sıfır.

Twitterda sonuçları beni kahreden bir anket yapmıştım. Üşümek mi daha kötü, sıcaktan bunalmak mı diye sordum. Çoğunluk sıcaktan bunalmak dedi. Buna hala inanamıyorum. İnanmak istemiyorum da. Plsss yazcı kardeşlerim arkamda olun, yazı yaşatalım. Meselaaaa, şu an aylardan temmuz olsa, tatilde olsak, denizden çıkıp güneşin altına yatsak, soğuk içeceğimizi yudumlasak, insta storyleri gözden geçirsek, whatsapp gruplarında dedikodu yapsak, akşam olsa şıkır şıkır giyinip sokağa çıksak, eğlencenin dibine vurup gönlümüzce dağıtsak SORUYORUM FENA OLMAZ MIYDI? Allah’ım bir cümleyle Şeyma Subaşı’nın daily routine’ini özetledim. Ühühühühü ağlıyorum şu an. Ben ömrümü tamamen böyle geçirmek istiyorum. Böyle her şeyi bırakıp dünya turuna çıkan hesaplardan birkaçını ben de takip ediyorum. Ama aklımda hemen herkesin düşündüğü “NEREDEN GELİYOR BU PARA?” sorusu belirdiği için adamların keyiflerine ortak olamıyorum. Bir çift var mesela severek takip ettiğim, Gezgin Çobanlar adında. Bu çift işlerinden istifa edip, düğünlerinde takılan altınları bozdurup dünya turuna çıkmış. 1 seneye yakın gezdiler sanırım. Türkiye’ye döndüler, heh dedim paraları bitti herhalde. İşlerine geri dönerler, tekrar şehir hayatı yaşamaya başlarlar falan. Yok arkadaş, adamlar aksine Türkiye’yi de bir turladılar, şimdi yine yurtdışına çıkmışlar. Afrika’yı geziyorlar. Ya bence o altınların bitmiş olması lazımdı. Acaba bağış mı yapıyorlar bu çifte “Gezin gezin, bizim yerimize de gezin biz öderiz” diye? Gerçekten inanılmaz sempatikler, ama dediğim gibi ben işin finansal yönünü düşünmekten konuya odaklanamıyorum. Ben de isterim sürekli tatil modunda olayım, hiçbir sorumluluğum, aidiyetim olmasın falan. Ama gerçekle bağdaşmıyor işte. Param biter benim. Biter yani herkesin biter. Bir kız daha var mesela, ona bayaa saygı duyuyorum. Kız sinema bölümü okumuş, bitirince dünya turuna çıkmış ama aynı zamanda hostellerde çalışıp parasını kazanıyor. Hem de tek başına yapıyor bunu. Ege Başaran ismi de. Valla ben tek başıma, özellikle de uzakdoğu ülkelerinde barınamam gibi geliyor. Nedense o coğrafya beni korkutuyor. En çok korktuğum ülke de Hindistan. Sanki bizim ülke iyi bir bokmuş gibi, oranın tecavüzü, hırsızlığı vs beni turist olarak gezme isteğinden tamamen alıkoyuyor. Güya dünya turu yapmak istiyorum ama görmek istediğim ülke sayısı 3 falan. Sjhdjskd Bu mesele için sanırım biraz fazla elitim. Hele Afrika ülkeleri! Ya korkutmak gibi olmasın ama ben orada bir böcek/sinek beni ısıracak diye anksiyeteye girerim. Ne kadar aptal saptal canlı varsa hepsi oralarda. Yol açtıkları hastalıklar da gerçekten korkunç. No anam no! Beni L.A.’ya falan yollayın pls. Kokteylimi yudumlarken ünlü görebilme umuduyla milleti dikizleyeyim.

Ee ne diyorduk, yaz tatili kurgulamıştım şöyle en güzelinden. Ya ben ağustos tusundan sonra İzmir’e gittim, hala etkisinden çıkamadım. Alaçatı’da kaldık bir hafta kadar. Daha önce gitmiştim ama bu kadar tadını çıkarmamışım. Geceli gündüzlü her türlü etkinliğe katıldık. Etkinlik dediğim de ünlülerin geldiği happy hour’lar bilmem neler. Ya millet nasıl eğleniyormuş bunca sene. Güya turizm cenneti Antalya’da 6 sene yaşadım, böyle güzel eğlence anlayışı görmedim. Yani herkese hitap etmeyebilir ama ben clubber bir şahıs olduğum için tam anlamıyla bana göre bir tatildi. Bu bizim Antalya’daki beach club’ların bir kendine gelmesi lazım. Sadece şezlong kiralayıp birkaç bira içmekle eğlenilmiyor yani. Denize gir çık zaten bir olayı yok. Eğlence sektörünün bir el atması lazım bu duruma. Zenginlik ne güzel bir şey ya. Ama ben orantılı zenginlikten yanayım. Her şeyi elde edebildiğin seviyeye vardığında keyfi çıkmıyor. Doymuşluk hissini sevmiyorum. Ben güzelliklere aç olmaktan yanayım. Ve bu aralar kapitalizmin kölesiyim. Biz ablamla gerçekten mütevazi yetiştirildik, annem falan inanılmaz tutumlu bir kadındır mesela. Ama şu sıra bir salmışlık, bir rahatlama ihtiyacı var üstümde. Hani prenses gibi yaşamak istiyorum. Şımartılmak istiyorum. Hayatın tadını çıkarmak istiyorum. 6 ayda kendimi nasıl baskılamışsam, bütün yaşama dürtülerim pik yaptı. YAŞATIN BENİ KÖPEKLERRR.
Bugün bir kitaba başladım. Adı “Bir Psikiyatristin Gizli Defteri”. Bir Genç Kızın Gizli Defteri diye bir kitap vardı, İpek Ongun’un. Aklıma o geldi. Herhalde tamamını okumuştum. Zaten beni günlük tutmaya bu seri başlatmıştı. Ahh Serra’cığımı pek bir severdim. Şimdi düşününce epey cheesy kitaplarmış. Yani değişik bir durum. Yazarsın, topluma hitap ediyorsun, başta beklentileri karşılayıp takdir görüyorsun. Ama okurunun yaşı ilerledikçe seni beğenmemeye başlıyor. Ben önceden yazarları kusursuz, mükemmel insanlar olarak görürdüm. Kitap yazmış düşünsene! Şimdi şey geyiği yapmiyim, off herkes de kitap yazıyor. Yazan yazsın bana ne. Tek derdim, kitabı çıkan bir insan kendi ürününe karşı özensiz davranmasın. Okuduğumda anlatım bozukluğu ya da mantık hatası yakalamamalıyım mesela. Önceden böyle bir durumdan bahsedebilir miydik? Okuduğumuz kitaplarda hadi belki birkaç kelime yanlış yazılmış olabilirdi ama anlam bütünlüğünün olmaması, tutarsızlık falan bunlar gerçekten kabul edilebilir değil. Düşünsene editör bile siklememiş kitabı, yazarın kendisi zaten o ayrıntıları yakalayabilecek kapasitede değil. Ben bu blog yazılarını bile yazdıktan sonra 2 kez okuyorum, beğenmediğim yerleri düzeltiyorum falan. Millet bir de bu işten para kazanıyor ama özen ve emek yerlerde. Öyle aklından geçeni yazıp geçiyor. Yazmak isteyen istediği konuda yazsın amaaa bir kez daha vurgumuzu yapalım, güzelce yazsın. Şimdi diyormuşsunuz ki  sen de bokum gibi yazıyorsun. Shdkjsd eyvallah kardeşlerim.

Ben biraz dizi izlicem. Yazımı saçma ve amaçsız bulduysanız haklısınız. Gerçekten saçma ve amaçsızdı. Ama internet gezintilerimizin tamamı böyle olduğu için, bir 10 dk bu yazıyı okusanız çok da bir şey kaybetmezsiniz diye düşünüyorum. Hepinize iyi haftasonları diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!