Merhabalar!
Enerjik bir cumartesi öğleninden hepinizi selamlıyorum. Enerjik
dediğim de tamamen havanın güzelliği, bende bir halt yok yani. 3 gün önce sağ
alt yirmilik dişime elveda dedim, yarı şiş suratımla hayata tutunmaya
çalışıyorum anlayacağınız. Prosedür beklediğimden daha rahat geçti ama şu tipim
de bir düzelse fena olmayacak.
Hâlâ Antalya’dayım. Yok arkadaş ben iyice aylaklığa vurdum
işi, üstüne bir de diş çektirme olaylarına girince kıçım kımıldamaz oldu. Bir
süredir kuzenimde ikamet ediyorum. Köşe koltuklu bir odayı bana ayırdılar,
habitat belledim kalkmıyorum asla. Hani onlar bekliyor ki sabah uyanayım,
yatağım bir toplansın, koltuk dizaynına geri dönsün falan. Yok. Sabah kalkıp
bir şeyler atıştırdıktan sonra gerisin geri dönüyorum oraya. Gündüz uykuları
uyuyorum, dizi izliyorum, arada bir şeyler okuyup bırakıyorum, instagramda,
twitterda geziniyorum, akşam oluyor arkadaşlarımla çıkıyorum. Oha ben bildiğin
dream life’ı yaşıyorum! Allah’ım bitmesin, bitmesin bu rüyaaa. Rabbimmm boş beleş
yaşamak ne kadar güzelmiş! Hani yaz tatili uyuşukluğu vardır ya, keyiften
ziyade sıkıcılaşmaya başlamıştır artık. Bence bu aylaklık sürecini eğer
kış-ilkbahar döneminde yaşıyorsanız daha bir keyfi çıkıyor. Ben hayatımda ilk
defa bu aylarda boşum sanırım. Geçen sene intörndüm, ondan önceki seneler
öğrenci. Şu an ise hiçbir şey değilim! HAHAHA! Eğer bir aksilik çıkmazsa 5 gün
sonra sınav açıklanıyor. Artık daha sakinim bu konuda. Ay bunu dememle birlikte
kalbimin atışları hızlandı, iyi ki sakinim he.
Neysseee ne konuşayım ben bugün? Artık yaz gelsin bence. Evet
bunu konuşmak istiyorum. Hayatı çekilebilir kılan yegâne şeylerden biri havanın
güzel olması bana göre. Ya kışın neresini seviyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Uyanıyorsun,
yarrak kürek bir hava. Sabah mı gece mi belli olmayan, insanı bunalıma sürükleyen
negatif yüklü iğrenççç bir oluşum. Oysa yaz öyle mi? Gözlerini güneşe açmak,
güne başlamayı kolaylaştırıyor bir kere. Şu an burada öyle güzel bir hava var
ki, deniz manzarası eşliğinde tertemiz Antalya havasını soluyarak, bir roman
yazıyormuşum gibi triplere giriyorum mesela. Oysa yazımın derinliği sıfır. Twitterda sonuçları beni kahreden bir anket yapmıştım. Üşümek mi daha kötü, sıcaktan bunalmak mı diye sordum. Çoğunluk sıcaktan bunalmak dedi. Buna hala inanamıyorum. İnanmak istemiyorum da. Plsss yazcı kardeşlerim arkamda olun, yazı yaşatalım. Meselaaaa, şu an aylardan temmuz olsa, tatilde olsak, denizden çıkıp güneşin altına yatsak, soğuk içeceğimizi yudumlasak, insta storyleri gözden geçirsek, whatsapp gruplarında dedikodu yapsak, akşam olsa şıkır şıkır giyinip sokağa çıksak, eğlencenin dibine vurup gönlümüzce dağıtsak SORUYORUM FENA OLMAZ MIYDI? Allah’ım bir cümleyle Şeyma Subaşı’nın daily routine’ini özetledim. Ühühühühü ağlıyorum şu an. Ben ömrümü tamamen böyle geçirmek istiyorum. Böyle her şeyi bırakıp dünya turuna çıkan hesaplardan birkaçını ben de takip ediyorum. Ama aklımda hemen herkesin düşündüğü “NEREDEN GELİYOR BU PARA?” sorusu belirdiği için adamların keyiflerine ortak olamıyorum. Bir çift var mesela severek takip ettiğim, Gezgin Çobanlar adında. Bu çift işlerinden istifa edip, düğünlerinde takılan altınları bozdurup dünya turuna çıkmış. 1 seneye yakın gezdiler sanırım. Türkiye’ye döndüler, heh dedim paraları bitti herhalde. İşlerine geri dönerler, tekrar şehir hayatı yaşamaya başlarlar falan. Yok arkadaş, adamlar aksine Türkiye’yi de bir turladılar, şimdi yine yurtdışına çıkmışlar. Afrika’yı geziyorlar. Ya bence o altınların bitmiş olması lazımdı. Acaba bağış mı yapıyorlar bu çifte “Gezin gezin, bizim yerimize de gezin biz öderiz” diye? Gerçekten inanılmaz sempatikler, ama dediğim gibi ben işin finansal yönünü düşünmekten konuya odaklanamıyorum. Ben de isterim sürekli tatil modunda olayım, hiçbir sorumluluğum, aidiyetim olmasın falan. Ama gerçekle bağdaşmıyor işte. Param biter benim. Biter yani herkesin biter. Bir kız daha var mesela, ona bayaa saygı duyuyorum. Kız sinema bölümü okumuş, bitirince dünya turuna çıkmış ama aynı zamanda hostellerde çalışıp parasını kazanıyor. Hem de tek başına yapıyor bunu. Ege Başaran ismi de. Valla ben tek başıma, özellikle de uzakdoğu ülkelerinde barınamam gibi geliyor. Nedense o coğrafya beni korkutuyor. En çok korktuğum ülke de Hindistan. Sanki bizim ülke iyi bir bokmuş gibi, oranın tecavüzü, hırsızlığı vs beni turist olarak gezme isteğinden tamamen alıkoyuyor. Güya dünya turu yapmak istiyorum ama görmek istediğim ülke sayısı 3 falan. Sjhdjskd Bu mesele için sanırım biraz fazla elitim. Hele Afrika ülkeleri! Ya korkutmak gibi olmasın ama ben orada bir böcek/sinek beni ısıracak diye anksiyeteye girerim. Ne kadar aptal saptal canlı varsa hepsi oralarda. Yol açtıkları hastalıklar da gerçekten korkunç. No anam no! Beni L.A.’ya falan yollayın pls. Kokteylimi yudumlarken ünlü görebilme umuduyla milleti dikizleyeyim.
Ee ne diyorduk, yaz tatili kurgulamıştım şöyle en
güzelinden. Ya ben ağustos tusundan sonra İzmir’e gittim, hala etkisinden
çıkamadım. Alaçatı’da kaldık bir hafta kadar. Daha önce gitmiştim ama bu kadar
tadını çıkarmamışım. Geceli gündüzlü her türlü etkinliğe katıldık. Etkinlik dediğim
de ünlülerin geldiği happy hour’lar bilmem neler. Ya millet nasıl eğleniyormuş
bunca sene. Güya turizm cenneti Antalya’da 6 sene yaşadım, böyle güzel eğlence
anlayışı görmedim. Yani herkese hitap etmeyebilir ama ben clubber bir şahıs
olduğum için tam anlamıyla bana göre bir tatildi. Bu bizim Antalya’daki beach
club’ların bir kendine gelmesi lazım. Sadece şezlong kiralayıp birkaç bira
içmekle eğlenilmiyor yani. Denize gir çık zaten bir olayı yok. Eğlence sektörünün
bir el atması lazım bu duruma. Zenginlik ne güzel bir şey ya. Ama ben orantılı
zenginlikten yanayım. Her şeyi elde edebildiğin seviyeye vardığında keyfi
çıkmıyor. Doymuşluk hissini sevmiyorum. Ben güzelliklere aç olmaktan yanayım. Ve
bu aralar kapitalizmin kölesiyim. Biz ablamla gerçekten mütevazi yetiştirildik,
annem falan inanılmaz tutumlu bir kadındır mesela. Ama şu sıra bir salmışlık,
bir rahatlama ihtiyacı var üstümde. Hani prenses gibi yaşamak istiyorum. Şımartılmak
istiyorum. Hayatın tadını çıkarmak istiyorum. 6 ayda kendimi nasıl
baskılamışsam, bütün yaşama dürtülerim pik yaptı. YAŞATIN BENİ KÖPEKLERRR.
Bugün bir kitaba başladım. Adı “Bir Psikiyatristin Gizli
Defteri”. Bir Genç Kızın Gizli Defteri diye bir kitap vardı, İpek Ongun’un. Aklıma
o geldi. Herhalde tamamını okumuştum. Zaten beni günlük tutmaya bu seri
başlatmıştı. Ahh Serra’cığımı pek bir severdim. Şimdi düşününce epey cheesy
kitaplarmış. Yani değişik bir durum. Yazarsın, topluma hitap ediyorsun, başta
beklentileri karşılayıp takdir görüyorsun. Ama okurunun yaşı ilerledikçe seni
beğenmemeye başlıyor. Ben önceden yazarları kusursuz, mükemmel insanlar olarak
görürdüm. Kitap yazmış düşünsene! Şimdi şey geyiği yapmiyim, off herkes de
kitap yazıyor. Yazan yazsın bana ne. Tek derdim, kitabı çıkan bir insan kendi
ürününe karşı özensiz davranmasın. Okuduğumda anlatım bozukluğu ya da mantık
hatası yakalamamalıyım mesela. Önceden böyle bir durumdan bahsedebilir miydik? Okuduğumuz
kitaplarda hadi belki birkaç kelime yanlış yazılmış olabilirdi ama anlam
bütünlüğünün olmaması, tutarsızlık falan bunlar gerçekten kabul edilebilir
değil. Düşünsene editör bile siklememiş kitabı, yazarın kendisi zaten o
ayrıntıları yakalayabilecek kapasitede değil. Ben bu blog yazılarını bile
yazdıktan sonra 2 kez okuyorum, beğenmediğim yerleri düzeltiyorum falan. Millet
bir de bu işten para kazanıyor ama özen ve emek yerlerde. Öyle aklından geçeni
yazıp geçiyor. Yazmak isteyen istediği konuda yazsın amaaa bir kez daha vurgumuzu yapalım, güzelce yazsın. Şimdi diyormuşsunuz ki sen de bokum gibi yazıyorsun. Shdkjsd eyvallah
kardeşlerim.
Ben biraz dizi izlicem. Yazımı saçma ve amaçsız bulduysanız
haklısınız. Gerçekten saçma ve amaçsızdı. Ama internet gezintilerimizin tamamı
böyle olduğu için, bir 10 dk bu yazıyı okusanız çok da bir şey kaybetmezsiniz
diye düşünüyorum. Hepinize iyi haftasonları diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder