Merhaba!
Tam iki yıldır blogta yazı yazmıyormuşum. İki yıl! Hayatın
akışına kendimi öylesine kaptırdım ki, ne olduğunu anlayamadan günler geçti
gitti adeta. Son dönemde zamanın biraz daha yavaş geçtiğini hissediyorsunuzdur.
Ben mesleğim gereği işe gidip gelmeye devam ediyorum; ama yine de evde
geçirdiğim zaman da bir o kadar uzun geliyor. Eski rutinimde yapmadığım bir
sürü şey yapmama rağmen saatler geçmiyor sanki.
Biliyorsunuz ki 1,5 senedir İzmir’de yaşıyorum. Blogu yazmaya
başladığım dönemde TUS’a hazırlanıyordum, hedefim İzmir’de Dahiliye bölümünü kazanmaktı
ve oldu da. Büyük bir mutlulukla göreve başladım; ama asistanlık süreci tabii
ki de hayal ettiğim gibi ilerlemedi. Bol stresli, ağlamalı, uykusuz, yorgun,
depresif günler geçirdim her çömez gibi. Aslında kalabalık olduğumuz için koşullarımız
o kadar da kötü değildi. Ama beklediğimi bulamamam, idealist olduğumu sanırken
aslında doktorluğun çok da umrumda olmadığını fark etmem bende bir yıkım yarattı.
Kötü koşullar altındayken, mesleki anlamda ilerleme isteğini bulamadım
kendimde. Bir süre sonra sadece geçinme aracı olarak bakmaya başladım. Bazı
bölümlerde çalışırken keyif aldım tabii ki. Ama bu 1 yılı doldurup görece daha
rahat, aynı zamanda daha öğretici bölümlerde çalıştığımda olmaya başladı. Ben
de kendimi sosyal aktivitelere adadım diyebilirim. Bol bol dansa gittim, gezdim,
tozdum. İzmir’de yaşama hayalimi gerçekleştirmiştim neticede. Kendimi eve
kapatmak istemedim. Fazla abartmış olacağım ki, bu karantina sürecinde fark ettiğim
kadarıyla ben evime resmen sadece uyumaya gelmişim. Kısa bir dönem evde sağlıklı
yemek pişirme denemelerim olmuştu; ama fazla uzun sürmemişti. Bu dönem dışında
hep ev harici bir yerdeymişim resmen! Ya spordaymışım, ya danstaymışım, ya yürüyüşteymişim,
ya arkadaşlarımlaymışım. Son bir haftadır, hayatımda bu saydıklarımın hiçbiri yok.
Sadece evim ve kedim var. Herkes eve kapanışını bir şekilde sosyal medyada
bolca anlatıyor, gösteriyor. Benimkinin de insanlardan çok farklı bir yanı yok
açıkçası. Evde yemek pişirme, müzik dinleme, spor yapma, kitap okuma, dizi
izleme, ama tabii ki de en çok telefonu kurcalamayla geçiyor zamanım. Bilerek
sona sakladım! Telefon bağımlılığı artık rahatsız edici boyutlara ulaştı
biliyorum. Bunun önüne geçmek için evde başka bir aktivite yaparken wifi
bağlantısını kapatıyorum. Hatta uçak moduna alıyorum ki dikkatim dağılmasın. Özellikle
kitap okurken telefondan gelen bir bildirim yarım saat telefonu kurcalamama
sebep olabiliyor. Bu ara Corona ile ilgili bir sürü Whatsapp grubumuz mevcut,
bir sürü yeni kılavuz, makale, araştırma paylaşılıyor. Kazara Whatsapp'a bir
girdim mi, obsesif gibi onları okumaya başlıyorum. Derkeeen, Twitter'da son
gelişmelere bakıyorum, Instagram'da da "evde kal" storylerine bakarsam en az 20 dk
süren turun içinde bulmuş oluyorum kendimi. Sonra “Ulan nereden aldım telefonu
elime.” diye pişmanlık yaşıyorum. Eminim ki çoğumuz aynı durumdayız. Aslında
kişisel gelişim için birçok şey yapabilecekken ruh halimiz nedeniyle, mızmız
bir çocuk gibi en sevdiğimiz oyuncağımızla oynuyoruz. Çünkü zorunluluklardan, bizim
için doğru olanı yapma mecburiyetinden bıkmışız. Özellikle eğitim hayatı başından
beri yoğun geçenler beni çok daha iyi anlayacaktır. Biz minimum 24 yaşımıza
kadar kariyerimiz için devamlı olarak emek gösterme, yeri geldiğinde hayatımızdan
ödün verme zorunluluğuyla yaşadık. Kronik diyet yapmak gibi bir şeydi bu. Bedenlerimizi
özgür bıraksak bile zihinlerimizi özgür bırakamadık hiçbir zaman. Hep bir mecburiyetimiz
vardı. Hep sorumluluklarımız vardı. Hiçbir zaman akışına bırakamadık hayatı.
Sadece zaman zaman kısa ertelemeler yaptık. Bu yüzden şu an içinde bulunduğumuz
durum, “kendin için bir şeyler yapmalısın” zorunluluğu hissettirdiğinde bir
bunalıyoruz. “İstemiyorum işte! Şu an Corona ile ilgili makale, yaklaşım,
algoritma okumak istemiyorum! Dizi, film izleyip, kitap okuyup
entellektüelitemi arttırmak istemiyorum! Bommmboş olmak istiyorum, kafamdaki, vücudumdaki
yorgunluğu atmak istiyorum!” şeklinde isyanlarımız oluyor.
Size yemin ederim, evde kalmamız gerektiği söylenmeye
başlandığı gibi aklımdan geçen ilk şey, “bu karantina döneminde biraz ders
çalışayım, kıdemlilik sınavına hazırlanayım” oldu. Ya sikeyim böyle hayatı afedersiniz.
Biraz önce bahsettiğim evde durmama, sürekli gezenti olma durumum, kendimi akademik
anlamda geliştirme, yetiştirme durumlarından da uzak tuttu beni. Özetle içimden
bir şeyler okumak, ders çalışmak gelmedi ve ben de pek çalışmadım. Tabii ki de iş
hayatının öğreticiliği bir yere kadar. Kendim de bir şeyler okumalıyım. Bunu düzenli
bir şekilde yapmayı hep erteledim. Götüm tutuştuğunda çalışırım dedim. Baktım
mecburi bir evde kalma durumu söz konusu, aha dedim fırsat bu fırsat! Bu dönemde
ders çalışacağım! Hemen Ipad siparişi verdim ki, slaytları, konuları buradan
çalışabileyim. Sonra karantinanın aylarca sürebileceği, hayatlarımızın ciddi
bir şekilde etkileneceği, hastanenin çalışma biçiminin pandemiye yönelik
olacağı, özetle yarrak gibi günlerin bizi beklediğini anlayınca tabii ki de bu
ders çalışma düşüncesinden yine uzaklaştım hahaha! Neyse daha tabletim gelmedi
zaten. Bakarız ona.
Haydi farklı bir konuya geçelim. Bildiğiniz üzere Instagram'da
ayrı bir müzik hesabım var. Bilmiyorsanız da nickim evcil_music, girip
bakabilirsiniz. Son birkaç aydır bir müzisyen arkadaşımla bir araya gelip evde
kayıtlar yapıyoruz. Biz bayağı eğleniyoruz, beğendiklerimizi videoya kaydedip paylaşıyoruz.
Küçük bir dinleyici kitlemiz var; ama benim bayağı içime sinen içeriklerimiz
var. Arada profilime girip tek tek videoları izliyorum ve gerçekten beğeniyorum.
Sesimi seviyorum, enerjimi seviyorum. İnsanlara bunu yayabildiğimi görmek de
beni mutlu ediyor.
Evde spor deneyimlerimden de bahsederek bu yazıyı
sonlandıracağım. Ben spor salonuna düzenli giden biriyim. Evde yapmaya üşenirim
diye gidiyorum aslında. Spor aletlerinden ziyade pilates ekipmanlarıyla çalışıyorum.
Bu süreçte mecburen evde kalınca, Youtube'dan ekipmansız yapılan egzersiz videolarıyla çalışmaya başladım. O kadar bela sikici videolar ki bunlar ashdjd
mahvoldum mahvoldummm. Size yemin ederim benim 1,5 saatlik sporuma bedel 20 dk’lık
work out videoları var. İlk gün epey sarstı, tabii sonraki antrenmanlarımda
rahatlıkla adapte oldum. Bir de Çetin Çetintaş’ın yoga videolarına başladım. Canım
kuzenim sağ olsun, hayatıma büyük bir kalite katmış oldu. Henüz ilk videodayım,
bir hafta boyu her gün uygulayacağım. Size yemin ederim ki 25 dk’lık video
bittiğinde yeniden doğmuş gibi oluyorum. İnanılmaz rahatlıyorum ve gevşiyorum.
Herkese tavsiye ederim. Blogtan bu akşamlık bu kadar!
Bir sonraki yazı için minik bir spoiler vereyim: Amerika
tatilimi anlatacağım! Beklemede kalmanızı şiddetle öneririm, zira elimde epey
bir malzeme var. Hoşça kalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder