Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Aralık 2021 Salı

Günlükvari 12 - Yeni yıla nasıl giriyoruz?

Uzun bir aradan sonra Günlükvari serimde kaldığım yerden devam ediyorum! Bir süredir yazma ihtiyacı içindeydim; ancak iş güç, koşuşturmaca derken devamlı erteliyordum. Bugün iç dökme günüm olsun.

Meraklanmayın, ekonomiyle ilgili bir şey yazmayacağım. Zaten anladığım bir konu değil, astrolog Dinçer Bey de çok güzel özetledi: “Yeni yıla siki tutarak giriyoruz!” diye. Bunun ötesinde söylenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.

İnsanın kendisine vakit ayırabilmesi çok büyük nimet. Ayda 2 hafta sonum nöbetle geçiyor, boş olanlarda da ev işiydi, türlü koşuşturmacaydı derken çok bir şey anlamadan yeni haftaya giriş yapıyorum. Birçoğumuzun hayat döngüsü böyle. Hafta içi en azından bir gün off’lu çalışabildiğim bir sistem benim için muhteşem olurdu. Bu ay için böyle bir fırsatım oldu ve yaşam kalitem inanılmaz arttı. Boş günümde geç uyanıyorum, ev işlerini toparlıyorum ve fırsat kalırsa spora gidiyorum. Böylece hafta sonuna işlerim yığılmıyor ve ajite olmama gerek kalmıyor.

Hayatım son günlerde çok hareketli. Hatta neredeyse pandemi öncesindeki tempoya ulaşmış halde. Her şeyin yavaşladığı dönem ne kadar garipti değil mi? Evin içinde aktivite arıyordum resmen. Yoga yapıyordum, spor yapıyordum, bir şeyler okuyordum, sürekli evi topluyordum, markete gidip bir saat tur atıyordum, yine de gün bitmiyordu. Pandeminin ilk çıktığı dönemden bahsediyorum. Sonrasında bu huzurlu günlerin yerini kâbus günler aldı, hatırlamak dahi istemediğim zamanlardı bunlar.

Hayatın hareketlenmesi, insanlarla iletişimimin artmasına neden olduğu için bu durum beni bir miktar yordu. Açıkçası bazen kendimi elimine etmek, biraz kabuğuma çekilmek istiyorum. Hatta arabaya atlayıp sakin, dingin bir yere gidip kafa dinlemek istiyorum. Bu hayale parasızlık gerçeği mani oluyor elbette… Neyse çok şükür, evim deniz kenarına 5 dakika mesafede. Kafam atsa yürüyüşe çıkarım, minik trip atağım geçer. (trip hem tavır hem gezi anlamında oldu, iyi oldu)

Bu sıralar yönetmekte zorlandığım bir konu var. Henüz bir çözüm bulabilmiş değilim. Biraz benimle, biraz çevremdeki insanlarla ilgili. “Kendimle ilgili neyi değiştirmek isterim?” sorusuna cevabım “Her şeyin en doğrusunu ben biliyorum” tavrım olurdu sanırım. Evet bu huyumu değiştirmek istiyorum; ama gerçekten de birçok düşüncemin ve tespitimin çok doğru olduğunu düşünüyorum. Yani bir nevi paradokstayım. İnsanların yanlışlarına, düşüncesizliklerine, kötülüklerine, iyiliklerine, kısacası günlük hayatta karşılaştığımız birçok duruma fazlaca sezgisel ve farkındalıkla yaklaşıyorum. Bu kadar farkında olmak beni bilmiş bir pozisyona getirdiği gibi yorup yıpratıyor da. Görme kardeşim. Düşünme bu kadar. Düzeltmeye, “doğruya” (kime göre, neye göre) yöneltmeye de çalışma insanları. Biraz aptala yat, biraz mention’dan çıkmaya çalış. Benden iyi bir yönetici, iyi bir patron olur kesinlikle. Ama günlük hayat için bu misyonu yüklenmek pek de akıl kârı değil. Evet, hayatımdaki birçok insandan olgunum. Açık görüşlüyüm, hoşgörülüyüm, saygılıyım, bana göre en önemlisi anlayışlıyım. Ama insanlara henüz duymaya hazır olmadıkları gerçekleri söylemekten vazgeçmeliyim. Elbette ki haddim olmayan konulara bulaşmıyorum. Hatta bana sorulmadıkça yorum yapmıyorum. Ama sorulduğunda da dürüstlüğümden dolayı düşündüklerimi söylüyorum. Kişinin karşılama biçimi de her zaman istediğim gibi olmuyor. Elimden geleni yapsam da gerginliğe mâni olamıyorum.

Sanırım bir süre yalnızlık bana iyi gelecek. İç dünyamda sükunet içinde yaşadığım o günleri özlemeye başladım. Önümüzdeki ay da tezime yoğunlaşacağım. Ne kadar ilerleyebilsem kâr. Açıkçası ders çalışmak hiç içimden gelmiyor. Ne zaman geldi ki gerçi? Ne yalan söyleyeyim, “Daha iyi bir doktor olmamı hangi kitle hak ediyor?” düşüncesi geçiyor içimden. Bu da yeni çalışmama bahanem oldu haha. Whatever bitchhh.

Dans devam zaten. Yakın zamanda İzmir Dans Festivali’ne gittim. Güzel geçti. Dans festivalleri Latin dans ağırlıklı oluyor, şu sıralar ilgilendiğim High Heels’ten ayrı. Latin dansını senelerdir yapıyorum bildiğiniz üzere. Latinler bu dünyadaki en harika insanlar diye düşünüyorum. Bana mizaçları hep çok canlı, çok enerjik, çok pozitif geliyor. Bizdeki Romanlara benzetiyorum. Heels ise hem çok zarif hem çok kadınsı bir dans. Bambaşka bir dişil enerji barındırıyor. Topuklu ayakkabıyla yürümek rast gele bir şey değil kesinlikle. Adımın atılış biçimini, elini, kolunu nereye koyacağını biliyor olmak çok önemli. Her dans türü gibi o da kendi içinde önemli detaylar barındırıyor. Ama yine de çok özgür bir yanı da var elbette. Ben dansta fazla kural sevmiyorum. Kendimi özgür hissedebilmem için içimden gelen hareketleri, mimikleri de yapmam gerekiyor. Sosyal Latin dansı da, Heels da, Hip-hop da buna gayet uygun. Birkaç ay içindeki hedefim, mali durumumu toparladığımda kendime güzel bir Heels ayakkabısı almak. Fiyatlar maalesef ki uzun vadeli plan yapmayı gerektirecek cinsten :/

Sanırım anlatacaklarım bu kadar. Yazmak gerçekten iyi hissettirdi. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, kendinize iyi bakıyorsunuz ve kendinizi öpüyorsunuz. Ayrıca herkese mutlu yıllar diliyorum!

3 Ekim 2021 Pazar

Günlükvari 11 - Umut

Herkese merhaba!

Bugün bir blog yazısı yazmam için son zamanların en uygun günüydü. Sabah kalktım, nöbete geldim, hastaların kan sonuçlarına baktım, vizitimi attım, odaya çekilip tezimle ilgili etik kurul başvuru formlarıyla uğraştım. Öğlen Pumpkin Spice Latte’mi yudumladım, bu arada ne kadar şekerli olduğunu unutmuşum, bir daha içmeyi düşünmüyorum. Sosyal medya turumu attım, hastane bahçesinde yürüyüş yaptım, gün hâlâ bitmedi.

Uzun zamandır bütün günümü böyle yalnız geçirmemiştim. Yalnızlık demek düşüncelerle boğuşmak demek benim gibiler için. “Overthinker” yani fazla düşünen insanlar, sürekli olarak olumsuz düşünceler ürettiklerinde, bu düşünceler yüzünden adeta can çekişebiliyorlar. Zaten depresyona da böyle girmiştim. Çok şükür bir süredir -ara ara gelen kısa süreli üzüntüler dışında- böyle değilim. Aylar önce şöyle bir şey yazmıştım:

“Hayat beni alsın, götürsün bir süre. Düşünecek fırsat bile bulamayacağım günler içinde kaybolayım. Rutinin içine karışayım. Sonra beni usulca kıyıya bırakıversin, uzun süredir içinde olduğum sudan kendi isteğimle, kendi gücümle çıkayım. Biliyorum ki o zaman geldiğinde yeniden doğmuş gibi olacağım.”

Sanırım hayatın beni kıyıya bıraktığı dönemdeyim. Büyük bir dönüşüm yaşamış gibi hissediyorum. Yorgunum; ama huzurluyum. Sanki bu zamana kadar yaşadığım her şeyi ancak özümseyebilmişim gibi geliyor. Yaşamak başka, hissetmek başka, özümsemekse bambaşkaymış. Dinginleştim. Kavgalarımı bitirdim. En azından şimdilik. Bir süre böyle dinlenim halinde kalmak bana iyi gelecek.

Bireyselliğe verdiğim değer arttı. Kendime saygı duymayı, önceliklerimi önemsemeyi, beni gerçekten huzurlu hissettiren şeyleri bulmayı ve bunları uygulayabilmeyi istiyorum. Uzun zamandır hayalini kurduğum derin birliktelik, hayat arkadaşlığı şu dönemde önceliğim değil. Çok istedim. Çok düşledim. Yerini hiçbir şeyin dolduramadığını düşündüm. Ama şu anımda daha farklı bir pencereden bakıyorum hayata. Özel bir insan olduğumu düşünüyorum. Hayatımın geri kalanında kendime ne katabilirsem kâr diye düşünüyorum. En çok; ama en çok dans etmeyi seviyorum. Üzerine eğildikçe kendimi ne kadar geliştirdiğimi gördüm. Sahnede olmanın, performans sergilemenin hayali bile güzel. Ergenliğimden beri hep böyle düşler kurmuşumdur. Şimdilik kendi hayatımın sahnesindeyim. Belki ileride bambaşka şeyler olur, kim bilir?

Geçmeyeceğini düşündüğüm üzüntülerimin her geçen gün belirgin şekilde azaldığını görüyorum. Zaman zaman yaralarıma gözlerimden süzülen yaşlarla dokunuyorum. Ama hissettiğim keder eskisi gibi şiddetli değil. Yenilgiyi kabul etmek gibi. Akıntıya karşı yüzmemek, teslim olmak gibi. Kurduğum hayallerin hayal olarak kalması gerektiğini artık görebiliyorum. Onlar zaten hiç gerçek olmayacakmış. Olayları yorumlayış biçimim gerçek dışıymış. Çok yüksek duygularla mutlu olmaya öyle ihtiyacım varmış ki, varımı yoğumu kumar masasına yatırmışım. Aslında o kumarda kaybedeceğimi içten içe biliyordum; ama hissettiğim derin acıya teslim olmuştum bir kere. Domino taşlarının birbirini düşürmesi gibi, geçmişim beni bu hale düşürmüştü. Hayat bu. Hepimizin başına her an her şey gelebilir. Şükürler olsun ki, o karanlık dönemden debelenerek olsa da çıktım. İnsanın kendi zihnine söz geçirememesi çok ağır bir sınavmış.

2020 ve 2021 ömrüme derin izler bırakan iki yıl oldu. Asla unutulmayacak iki yıl. Hayattayım. Mental çöküşüm sonumu getirmedi. Umuyorum ki o kritik süreci atlattım. Bundan sonrasında da elimden geldiğince mücadelemi sürdüreceğim. Çünkü biliyorum ki, en kötü anlarımda dahi bir çıkış yolu bulmayı başardım. O çıkış yolunu aradım. Bırakmadım. Yalnızca, bir süre daha dinlenmem gerekiyor, bunun da farkındayım.

Son olarak söylemek istediğim şey: dilerim ki umudum artar. Umudumuz artar. En çok ihtiyacımız olan şey bu.

Sevgiler!

12 Ağustos 2021 Perşembe

Günlükvari 10 - Her şeyin muhatabı ben miyim?

Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!

Yazılarımı özleyeniniz var mı bilmiyorum. “Kısmen” anonim bir hesaba göre fena sayılmayacak bir okuyucu kitlem var. Sizi bilmem; ama ben yazmayı özlemişim. Öyle ki, alelacele bilgisayarımı açıp hızlı hızlı yazmaya başlamak için sabırsızlandım. Bilenler bilir, görebileceğiniz en hızlı klavye kullanan insanlardan biriyimdir. 10 parmağımı da kullanırım ve ekrana bakmam. Gerekli olup olmadığı sorgulanabilir olan bu detaydan sonra yavaştan konuya gireyim diyorum. Sahi konu neydi? Biraz ciddiyetimi yitirmişim sanırım. Aç köpek gibi ekran başına kilitlenip şimdi de bön bön bakıyorum. Kahvemden son bir yudum alıp yeni paragrafa geçeyim en iyisi.

Son dönemde yaşadığımız doğa olaylarıyla ilgili içimi dökmek istiyorum. İklim krizi tadımı kaçırıyor. Gençliğimizi tedirginlikle geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de 20 yıl içinde başımıza gelebilecek felaketleri öğreniyoruz. Yok su kalmayacakmış, yok bu doğa felaketlerinin sonu gelmeyecekmiş. İnsanoğlunun suçuymuş. Ya kardeşim benim bu konuyla ilgili nasıl bir suçum olabilir? Duş alırken bile harcadığım suya dikkat eden bir insanım ben. Elimden geleni ortalamanın üstünde yaptığıma eminim. Belki plastik kullanımı konusunda başarılı bir sınırlamam yok; ama onu da ben mi ürettim yani? N’apayım her şey plastikse? Üstüne üstlük duyarlı insanların en ufak olayda içi titrerken, hıyar sürüsünün dünya umurunda değil. Ben bu dünyaya bireysel sorunlarımın yanı sıra bir de global sorunlara üzülmeye mi geldim? Gerçekten yoruldum.

Instagram bütün sosyal medya uygulamalarını solladı, bu bir gerçek. Her türlü konu orada konuşuluyor, her şey orada yaşanıyor. Tarkan bile dert sahibi oldu ya, adam her gün sosyal sorumlulukla ilgili bir şeyler paylaşıyor. Ben de birçok insan gibi paylaşımlar yaptım. Ama artık bunun da bir sonunun olmadığının farkına vardım. Hayatlarımız tekrara düştü adeta. Kendi adıma biraz kabuğuma çekilmem gerektiğini hissettim. Artık telefonu elime aldığımda sinirden ağlamak istemiyorum.

Biraz da düğünlerle ilgili ağlayabilir miyim? Burası benim kişisel blogum olduğu için bence buna hakkım var. Bu yaz finansal anlamda büyük darbe yedim. Büyük ihtimalle geri gelmeyecek bir sürü altın taktım. Neden böyle söylüyorum? Çünkü olur da evlenirsem, düğün zamanına kadar altın alabilmek imkânsız hale gelecek. Gerçek anlamda korkünç günler. Umarım altın hesabı yapmak zorunda kalmayacağım kadar zengin biriyle evlenirim. Sanmıyorum; ama bana hayatta başarılar.

Neden ya rab? Neden bu kadar boktan bir zaman dilimindeyiz? Gerçi her zaman beterin beteri vardır. Her zaman daha iğrenç bir hayat koşulu vardır. Ben normalde bu kadar negatif basan biri değilim. Bazen Polyannacılık bile yaparım hatta. Havanın çok sıcak oluşu da beni bunaltıyor. Gerçek bir yazcı olmama rağmen bu yaz bana pek keyif vermedi. Sanırım parasız oluşumun da bunda etkisi var. Kredi ödemiyorken ne kadar rahatmışım ya. Şu sıralar tek beklentim memleketimde günde 0 tl harcayacağım günlerin başlaması. Babişkomun prensesi olmak.

Hayatımdaki en iyi olay vücudumun fit olması. Rotasyonumun üçüncü ayında olduğum için nöbetler dışında işe gitmiyorum. Bu sayede düzenli bir şekilde spora gidiyorum ve maşallah barekallah ben makinayım makina. Dans da keyifli gidiyor; ama hırslı bir ruh hastası olduğum için zaman zaman down olabiliyorum. Şöyle ki, derste bir hareketi istediğim gibi yapamadıysam modum düşebiliyor, aldığım keyif azalabiliyor. Köpek hırsı var bende gerçekten. İllaki içime sinmeli, illaki çok beğenilmeliyim, gözde olmalıyım. Sanırsın profesyonel dansçı olacağım. Bu egosal durum dansta ilerlememe katkıda bulunuyor elbette; ama keyfim azalınca ne anladım o işten. Sanırım bunun dengesini kurmalıyım. Hem eğlenmeli hem de öğrenebilmeliyim. Bazen dengem şaşıyor işte.

Son olarak, bu sıralar izlemekten çok keyif aldığım bir diziden bahsetmek istiyorum. Grace and Frankie. Aşığıyım resmen! Kocaları 20 yıldır birbiriyle gizli bir ilişki içinde olan ve bunu 70’li yaşlarında öğrenen iki kadının hikâyesi anlatılıyor. Birbirinden hiç hazzetmeyen bu iki kadın zamanla en iyi arkadaş oluyorlar. Gerçekten çokkkk sevdim. Diziyi izlerken hep Grace’e hak veriyorum; ama Frankie’nin salaş tavırları da olmasa hayatları çok sıkıcı olurdu gerçekten. Grace çoğumuzun alışık olduğu anne/kadın figürüyken Frankie, kendi yaş grubuna göre alışılmışın son derece dışında bir kadın. Bu iki karakterin birbirleriyle devamlı bir mücadele içinde olması, yaşlılığa adapte olma çabaları, bu süreçte yaşadıkları zorluklar çok güzel işlenmiş. Dizi San Diego’da geçiyor; ancak gerçekte Los Angeles’ta çekiliyormuş. Grace ve Frankie’nin meşhur beach house’u da La Jolla'da değil Malibu’daymış. Bu da bir anekdot olsun, ben de izninizle yazımı sonlandırayım. Kendinize iyi bakın!

 

14 Mayıs 2021 Cuma

Hayat ve Trajediler 5 - Bir Aşk Hikâyesinin Sonu

Uzun yoldan gelmiş gibiyim bu akşam. Yolculuğun son dakikalarında görüş alanım daralmış, uyku bastırmış, kendimi zar zor eve atabilmişim sanki. Üzerimde son 1.5 yılın yorgunluğu var. Neler atlatmışım sahi. Defalarca umutsuzluğa kapılmışım. Defalarca çıkmaza girmişim. Hislerimle mantığım arasında mücadeleler vermişim. Kendime sözler vermişim, o sözleri hiç tutamamışım. İradesizliğime öfkelenmişim; ama bu öfke de bana fayda sağlamamış. Zordu. Gerçekten zordu.

Birilerine kırgın, kızgın, öfkeli olmalı mıyım bilmiyorum. Bütün bu duyguları geniş bir zaman diliminde, yoğun bir şekilde yaşadığım için artık böyle duygular beslemiyorum. Yalnızca unutmak istemiyorum. Nasıl bir süreçten geçtiğimi, ne kadar derin bir batağa saplandığımı, o bataktan kendi çabam sayesinde çıktığımı unutmamalıyım. Kimse beni pezevenklerin elinden almadı, alamazdı da. Büyük bir kahramanlık yaptığımın yeni yeni farkına varıyorum. Başardığım şey az buz değildi. 

İlişkimin bana pranga gibi geldiği, çözümsüzlüğünü derinden hissettiğim ve bu doğrultuda ona beslediğim sevginin geri planda kalmaya başladığı ilk zamanlar yaralı bir ceylan gibiydim. Kadınlık gururumu o kadar incitmiş, kendime olan güvenimi o kadar baltalamıştı ki. "Bir insan sevgilisine bunu nasıl yapar?" diye düşünüyor olabilirsiniz. Gün be gün size işlenen koşullamaları içselleştirmiş olduğunuzun farkına vardığınızda, elbette ki "Ben aptal mıymışım? Nasıl izin vermişim?" diyorsunuz. Ama bu, geniş bir sürece yayılan bir durum olduğu için, uyanışınız, toksik düzeye ulaştığınızda gerçekleşiyor. Bam! Uyanıyorsunuz. Sevginiz ve mantığınızın yarışında artık mantığınız öne geçmeye başlıyor. 

İlişkim bitti; ama elbette ki bende yarattığı hasarlar bitmedi. İçimde bir sevgi vardı. O sevgiyle ne yapacaktım? Her gün birine adadığım hislerimle kalakalmıştım. Ayrılık sonrası hissedilen duygusal boşluk denilen şey tam olarak buydu. Boşlukta süzülüyorsun. Aidiyetsiz hissediyorsun. Kötü bir ayrılık yaşamadık; ama ilişkinin bütünü bana öyle zararlar verdi ki, kişilik bozukluğu olan bir insanı tolere etmenin ne kadar zor olduğunu, büyük fedakârlık gerektirdiğini ve kendi adıma bir daha böyle bir fedakârlıkta bulunmamam gerektiğini öğrenmiş oldum. 

Ah kadınlar. Ah ben. Çok mu şey istemiştim sanki? Sevmek ve sevilmek istemiştim. Birlikteyken mutlu olmak, küçük tatil planları yapmak, yemek yapmak, film izlemek, sevişmek, sarılarak uyumak, denize gitmek. Her şeyden önemlisi huzurlu hissetmek. Bu çift aktivitelerini doğru düzgün gerçekleştiremediğim, yığınla hayal kırıklığı yaşadığım bu ilişkiden sonra, artık bir şeyler istediğim gibi gitmeliydi. Tahmin edersiniz ki öyle olmadı. Belki de en çok uzak durmam gereken insana çekildim. 

Ah feromonlar. Ah seksüel tansiyon. Hayat filmlerdeki gibi değil. Anasını satayım değil işte. Ben yorgundum, ben yılgındım, yıkılmama şu kadar kalmıştı zaten. Duygu fakiri bir insana deli divane aşık olmanın sırası mıydı? Travmatize ve karşılanmamış ihtiyaçlarla bezeli olduğumdan mı bu hale düşmüştüm? Yoksa bazaldeki halimle de aynı hisleri besler miydim? İnsan emin de olamıyor. Elbette ki kulağa mantıklı gelen, bu yoğun duygularımın biten ilişkimle ilintili olması. Pek sağlıklı hisler değildi. Çok şiddetli ve çok tüketiciydi. Sevilmediğim yerlerde olarak kendimi mi cezalandırıyordum? Dibin de dibini mi görmeye çalışıyordum? Yoksa elimde olmaksızın mı yaşanıyordu bu yıkım? 

Majör depresyon. Yaşamak istememek. Şu kadarcık bile istememek. Hiçbir şeye zarar verme eğilimi olmayan bir insanın kendisini öldürmesi zor. Bir dönem birinin benim yerime bunu gerçekleştirebilmesini canı gönülden diledim. Yeteri kadar yaşadığımı, deneyim edindiğimi düşünüyordum. Güzel yerler görmüş, güzel insanlar tanımış, güzel şeyler yaşamıştım işte. Hem uzun süre yaşamanın ne anlamı vardı? Tadında bıraksam olmaz mıydı? 

Birden iyileşmeye başladım. Covid Yoğun Bakım'dan çıkmam, eski çalışma düzenime dönmem, sosyalleşmem beni bu depresif duygu durumundan çıkardı. Aylar geçmişti. Bir gün onu gördüm. Korktuğum kadar kötü hissettirmemişti beni bu karşılaşma. Gerilmedim. Onu özlemiştim. O ay birkaç kez daha karşılaştık. Hayatımda ilk defa zamanın donmasını, onun bile hatırlamayacağı şekilde ona doyasıya sarılmayı ve boynunu koklamayı istedim. Kahrolsun Sihirli Annem. 

Geçtiğimiz günlerde sanırım son kez konuştuk, vedalaştık. Artık birbirimizin hayatında olmasak da, birbirimize değer verdiğimizi bilmek beni iyi hissettiriyor.  Onun da söylediği gibi benim hislerim ona değil, kafamda yarattığım karaktere ait. Artık kafamda bitirmem gerekiyor. O beni sevmiyor. Bu, mutlu sonla bitecek bir aşk hikâyesine pek benzemiyor. 

İç dünyamın yarrağı yemesi bir bakıma iyi oldu. Nasılsa durumu toparladım, olumlu yönden bakmak daha mantıklı bence. Şöyle ki, dibi gördüm. Gerçek anlamda gördüm. Her gün kalbimde tonlarca ağırlıkta bir yük taşıyor gibiydim. Canım fiziksel olarak acıyordu sanki. Aralıksız bir işkence hissindeydim. Bu süreçte kendimle yüzleştim. Doğruları, yanlışları, olan biteni tek tek gözden geçirdim. Kendimi sevmeye, kendime şefkat göstermeye çabaladım. Kendimi kırıldığım yerlerden onarmaya çalıştım. Hızlı bir iyileşme süreci geçirdiğim için şanslıyım. 

Artık gerçekten tek başımayım. Beslediğim duyguların karşılıksız olduğunu bir kez daha duydum, içimde en ufak bir tereddüt kalmadı. Taşıdığım duygu yüklerini artık bırakıyorum. Arınıyorum. Yoluma devam ediyorum. Anıları, keşkeleri, acabaları yanımda getirmiyorum. Özgürüm. Tekim. Çok daha güçlüyüm, çok daha huzurluyum. Yeniden ayağa kalkabildiğimi görmek beni gururlandırıyor. Bana bu zamana kadar eşlik eden tüm duygularıma sesleniyorum: Beni büyüttünüz. Beni olgunlaştırdınız. Bana birçok şey öğrettiniz. Ama artık başka bir forma evriliyorsunuz. Yeni deneyimlere, yeni kazanımlara, yeni hayatıma merhaba diyeceğiz. Beni ben yaptığınız için teşekkürler.

30 Nisan 2021 Cuma

Hayat ve Trajediler 4 - Ruh Eşi

Bir terapi yöntemi olarak yazmak. Bazen zihnimi taşmakta olan bir tencere yemeğine benzetiyorum. Kapağını kaldırıp altını kısmayı da yazı yazmaya. Bazı düşüncelerimi unutmamak için not aldığım oluyor hatta. Keşke yaptığım bu güzel çıkarımları, zihnimden çıktığı gibi hayatımda uygulamaya geçirebilsem. Böyle bir özellik bizi süper insanlığa taşırdı herhalde.

Peki biz ne yapıyoruz? Düşünceler zihnimizden hızlıca akıp giderken hayatımız aynı kalıyorsa biz neden düşünüyoruz? Keşifler neden var? Keşfettiklerimizi benimsemek, özümsemek neden o kadar kolay olmuyor?

Oto-pilotta, bildiğimiz yolda ilerlemek bizim için en güvenilir yol. En azından beynimiz öyle düşünüyor. Bunun aksi yönünde yol kat etmeye çalışmak o kadar yorucu ki. Oturmuş bir sistem var, siz bu sistemden memnun değilsiniz, bu sistemi oluşturan, sizin yanlış bulduğunuz birtakım nedenler ve olaylar var, bunları teker teker gözden geçirip eksik, hatalı kısımları tespit ediyorsunuz. Ama sonra n’oluyor? Hooop ilk fırsatta ezberlenilmiş davranışlarınızı sergilemeye devam ediyorsunuz. Yeterince özümsememekten mi? Yeterince ders çıkaramamaktan mı? Yoksa kendini inkâr etmekten mi kaynaklanıyor? Kendimi değiştirmeye, dönüştürmeye bu kadar uğraşırken neden bir yanım aynı kalmak istiyor? Fazla mı acımasızım? Fazla mı ısrarcıyım? Belki de akıp gitmeli, suyun yolunu bulması için müsaade etmeliyim. Belki de ben olmama izin vermeliyim, içimdeki benden bu kadar korkmamalıyım. Belki de kendimi biraz rahat bırakmalıyım.

Alınan sinyaller doğru. Hisler doğru. Önseziler doğru. Sezgilerimi hafife almamam gerektiğinden eminim artık. Cesur bir insan olmak hoşuma gidiyor. Güçlüyüm. Özgüvenliyim. İnsanların korkaklığını bakışlarından anlayabiliyorum. Benden korktunuz. Davranışlarımdan çıkarımlar yapıp beni basite indirgediniz. Yüzeyseldiniz ya da bana yüzeyden bakmak size daha cazip geldi. Kafanızda tanımlar yarattınız, beni o tanımlardan ibaret sandınız. Değilim, hiçbirimiz tam olarak kafamızda tanımladığımız insanlar değiliz.

“Duygunu kabul et. Onu hissetmene izin ver. Devam edebileceğinin farkına var.”

Hissettiğim duygu hayal kırıklığı oldu. Peki bu hayal kırıklığı karşısında ne yaptım? İletişimi sonlandırdım. Belki de tam bu noktada doğru hamleyi gerçekleştirebilmem için çıkmıştır bu insan karşıma. Yeterli gelişimi sağlayamadığım durumsa beklenti içine girmektir belki de. Kafalar karışık. Zihnim yorgun. Dümdüz sevin işte orospu çocukları ne yordunuz ya.

En büyük eksiğim. En büyük ihtiyacım. Çoğumuzun aynı olduğunu biliyorum; ama söylememeye programlandırıldık. Utandık, gizlemek zorunda bırakıldık. Muhtaçmış gibi algılanmak istemedik. Ben artık gizlemiyorum. Hayattan en çok istediğim şey sevdiğim kişinin de beni öyle sevmesi. Mutlu, huzurlu bir birliktelik yaşamak. En çok bunu istiyorum. En çok tam olmayı, tamamlanmayı istiyorum. Fiziken yanımda olmadığında ruhunun benimle olmasını istiyorum. İnanır mısınız, çocuk sahibi olmak istemediğimi düşünsem de o insanla çoğalmak istiyorum. Bu kadar zor mu olmalıydı? Bu kadar acı çekmem şart mıydı? Demek ki şartmış.

Ted Mosby gibi her önüme gelene “the one” muamelesi yapmıyorum. Zaten her beğendiğim insanı da o gözle değerlendirmiyorum. Ben de yüzeysel olabiliyorum. Hatta bu yüzeyselliğim yüzünden gerçek hedefimden sapıyorum. Benim gerçekten, kalpten istediğim şey ruh eşimi bulmak. Neredesin be adam, neden çıkmıyorsun karşıma? Ya da ben seni yanlış yerlerde mi arıyorum? Seni bulana kadar illâ feriştahımın sikilmesi mi lazım? Neredesin ya ben artık çok sıkıldım.

Kendime yetemediğimden değil. Arkadaşsız olduğumdan değil. Sebep bunlar da olabilirdi; ama değil. ben tek başıma da mutluyum, arkadaşlarımla da mutluyum. Sevgilimle de mutlu olmak istiyorum amına koyayım. Bu benim hakkım ya. HAK-KIM. Nerede bu amın evladı? Nerede kaldı ya?

Hayat bana ruh eşimi göndermezse büyük bozulacağım. Düşünsenize, bu yaşamımda sınavım buymuş, tek başıma olabilmeyi öğrenmeliymişim falan. Sikerim ya böyle işi. Evren siktirtme belânı gönder şu adamı artık.

28 Nisan 2021 Çarşamba

Günlükvari 9 - Hızlı Magazin Turu

Herkese merhabalar!
Bu sefer arayı fazla uzun tutmadan, şööyle gelişigüzel bir şeyler yazmak istedim. Bakalım ortaya nasıl bir şey çıkacak, hep birlikte göreceğiz. 

Havanın giderek güzelleştiği, bizimse bu güzellikten pek faydalanamayacak gibi durduğumuz günlere giriş yapmış bulunmaktayız. İyi ki geçen hafta bir Göcek kaçamağı yapmışım. Mayıs ayında Datça’ya gitmeyi planlıyordum; ama yalan oldu sanırım. Ağlayarak günlüğüme yazabilirim, hatta şu an öyle yapıyorum. 
 
Ee, peki hayatımda neler yaşandı son zamanlarda? Neler iyi gitti, neler kötü gitti? Biraz da magazin. Öncelikle sokağa çıkma yasağının 19:00’a çekilip spor salonu ve dans gibi etkinliklerin kapatılmasıyla birlikte en sevdiğim iki aktivitem elimden alındı. Hiperaktif reis olduğum için evde sürekli dans ediyorum. Tutmayın küçük enişteyi. Tik Tok ve Reels’ta paylaşılan koreografi challenge’larını çalışıp kendimi videoya alıyorum. Bunlar beni bir süre idare eder gibi; ama nereye kadar böyle gidecek reis sıkılıyorum :( 

Bizden uzmanlığını almış, şu an mecburi hizmetinde olan sevgili arkadaşım, geçen haftasonu için kendisine boşluk ayarlamıştı. Bir otel tatili teklifiyle gelince hemen kabul ettim tabii ki. 1 saat içinde rezervasyonumuzu yaptık. Böyle hızlı planların, hayata motive insanların hastasıyım. İnanın ki Ege’de ikâmet etsek bile, burnumuzun dibindeki yerlere gidecek insan bulamıyoruz. Beni biliyorsunuz, tek başına Amerika’ya gitmiş insanım. Yıllık iznimde de tek başıma Datça’ya ve Kaş’a gitmiştim. Tek olmakla ilgili bir problemim yok; ama paylaşımın da ayrı bir keyfi var. Hele ki kafalar bire bir uyuşuyorsa tadından yenmez. Hızlı ve etkili organizasyonumuz sayesinde üç günü dolu dolu geçirdik. Ben ödediğim paranın hakkını verdiğimi düşünüyorum. O kadar fazla yedim ve içtim ki, oteli zarara uğratmış bile olabilirim. Hava beklediğimiz gibi, fazla sıcak değildi; ama denize de havuza da girebildik. Otelin kendisine ait ayrı bir koyda beachi vardı, buraya otelin teknesiyle gidiliyordu. Beach dağların arasında kaldığı için rüzgâra maruz kalmadık. Böylece denizden çıktığımızda fazla üşümemiş olduk. Bir mayıs, haziran konforu olmasa da bence fena sayılmazdı. Zaten o kadar çok alkol tükettim ki, bir süre sonra üşüme hissi tamamen ortadan kalktı. 

Sabahları 8’de kalkıp güne yogayla başladık. Aslında böyle bir niyetimiz yoktu, kendimizi tesadüfen yoga dersinde bulduk. Yeterince huzura kavuştuktan sonra tüm günü keyif pezevengi gibi geçirdik. Bütün restoranlarında patlayana kadar yedik, içtik. Otelin yemekleri gerçekten enfesti. How I Met Your Mother’ın son sezonunda Lily’nin sağ elini boş bırakmayan Linus gibi bir garson vardı, sağ olsun içkim biter bitmez hızlıca tazeliyordu hihihi. Otelden hiiç ayrılasım gelmedi hiiiçç. Son gün akşama kadar durduk zaten. Beni kazıyarak çıkardılar :( 
 
Tatil dönüşü kendimi bir koşuşturmaca içinde buldum. Bir anda arabamı satmaya karar verdim. Arkadaşımın yüreklendirmesi sayesinde oldu; ama o bile bu kadar hızlı eyleme geçeceğimi tahmin etmemişti. 2 gün içinde müşteri buldum, alacağım arabayı buldum, satışı yaptım, alışı da yaptım. Böyle yazınca sanki her şey çok kolay ilerlemiş gibi göründü; ama elbette ki götüm çıktı stresten. Noter işi, trafik şube işi, belgeler, bilmem neler derken, bir de birlikte çalıştığımız hocamın da gergin bir tip olması nedeniyle ağlaya ağlaya geçirdim bu süreci. Neyse ki işlem dün tamamlandı. Bir aksilik çıkmazsa yarın arabamı alabileceğim. Bundan sonra da ağlayarak kredi ödeme süreci başlıyor hadi bakalım hahaha. Maşallah barekallah diyelim. 

Maaşımın neredeyse yarısı krediye gidecek. Ama bunu düşünerek canımın sıkılmasını istemiyorum. Artık göze almam gereken bir durum olduğunu düşünüyorum. 3 yıldır maaş alıp kenara para atamamak da biraz şov yani. Bana böyle zoraki bir ödeme planı şart demek ki. Ben yine elimden geldiğince yiyip içme, gezme modumu sürdüreceğim. Bir şekilde denge kurmayı öğrenirim diye düşünüyorum. 

Mayıs ayında pandemi servisinde görev yapacağım, yani off’lu çalışacağım. Açıkçası sevindiğim bir gelişme oldu. 3 aydır yoğun bir temponun içindeydim, biraz kafamı dinlemiş olacağım. Öncelikle evimi biraz düzenleyip yaz temizliğine girişeceğim. Kışlıkları kaldırıp yazlıkları çıkartacağım. Mutfak alışverişimi güzelce yapıp evde sağlıklı yemekler pişireceğim. Son altı aydır eski düzenimden uzaklaşmıştım. Geçen sene bu zamanlar kurduğum sistemi yeniden kuracağım. Dans, spor, müzik zaten hayatımın en güzel detayları. Bunlarla kapanma sürecini bir şekilde atlatırım diye düşünüyorum. Elbette ki alkol stoğumu yaptım. Zor günler için hazırım. Haydi bakalım, umarım her şey yolunda gider ve yaz mevsimini güzelce kucaklarız. Çok sevdiğim motivasyon cümlemle yazımı sonlandırıyorum: Haydi kara taşaklar! Kendinize iyi bakın!

11 Nisan 2021 Pazar

Günlükvari 8 - Nihayet Güzel Günler!

Herkese iyi pazarlar!

Son blog yazımı yazmamın üzerinden epey zaman geçmiş. Şükürler olsun ki son derece keyifli günler geçirdiğim bir süreçteyim. Depresif duygu ve düşüncelerim ortadan kalktı. İlaç tedavim tamamlandı. İç huzurum geri geldi. Bahar da geldi. Eh, daha ne olsun? Sizlere de hayatımdaki gelişmelerden biraz bahsetmek istedim. Haydi başlayalım.

Şubat ayında Covid Yoğun Bakım’dan çıkmamla birlikte hayatımda bir şeyler yoluna girmeye başladı diyebilirim. Servis kıdemliliği yapmaya başladım. Başlangıçta bu süreci idare edip edemeyeceğime dair tereddütlerim vardı. Son üç ayım cehennem gibi geçmişti, hatta yoğun bakımın son günlerinde istifa etmeye karar vermiştim. Sonrasında ailemle konuştuk ve bu düşünceyi bir süre ertelememin uygun olacağına karar verdik. Ufak bir kafa tatilinden sonra mesleğime bir şans daha verdim. En yoğun servislerimizden birinde yeniden işe başladım. Birçok insanın kıdemlilikte istemediği bir yer olmasına rağmen ben çok keyif alarak çalıştım. Yoğun bakımdan çıkıp kendi servisimize, kendi düzenimize geri dönmek bana çok iyi geldi. Çömezlerimle müthiş bir ekip ruhuyla çalıştık, hem çok eğlendik, hem de çok şey öğrendik. Bu bilgi alışverişi, huzurlu çalışma ortamı bir anda modumu bambaşka bir seviyeye çıkardı. Artık işe severek gidiyordum. Bir taraftan kıdemlilik sınavına da çalıştığım için eğitim açısından da faydalı bir dönem oldu. Birlikte araştırdık, birlikte beyin fırtınası yaptık. Uzun zamandır hayalini kurduğum çalışma ortamını yaşamaya başladım. İstifa düşüncesi tamamen aklımdan çıktı. Kıdemlilik sınavını da geçtim. Nihayet aylardır sırtımda hissettiğim yükler birer birer üstümden kalkıyordu.

Bildiğiniz gibi uzun süredir Latin dansıyla ilgileniyordum; ancak pandemi nedeniyle sosyal dans imkânımız ortadan kalkmıştı. Tahmin edebileceğiniz üzere dans gecelerinin düzenlenmesi hâlâ yasak. Dans gecelerinde dans etmek, bir nevi performans sergilemek anlamına geliyor. Haftada en az iki gün gittiğim bir etkinlik hayatımdan çıkınca boşluğa düştüm. Atamın da dediği gibi: “Dans medeni bir ihtiyaçtır.” O kadar özledim ki dans pistinde içimden gelen hareketleri yapmayı, her şeyden soyutlanmayı. Hâl böyle olunca ben de farklı dans türlerini incelemeye başladım. High Heels Dance epeyce ilgimi çekti. Ben de High Heels sınıfına kayıt oldum. Meğersem evde saatlerce dans ettiğim günler sayesinde kendimi epey geliştirmişim. O kadar çabuk adapte oldum ki ben bile inanamadım. Bu adaptasyonu kolaylaştıran bir diğer faktör de, sürekli olarak dans videoları izlememdi. İstanbul’daki en ünlü dans okullarında eğitmenlik yapan bir sürü dansçıyı takip etmeye başlamıştım. Videolarını saatlerce izlediğim oluyordu. O kadar etkileniyordum ki, gaza gelip evde kendi kendime yapmaya çalışıyordum. Zaten çocukluğumdan beri dans videolarındaki koreografileri yapmaya çalışırım. Shakira’nın, Beyonce’nin kliplerini izleyip az kalça sallamamışımdır. Oldum olası içimde vardı; ama inanın ki yeri geliyor, hobin bile mücadele etmeni gerektiriyor. Ben salsada iyi olmak için egomu bir kenara bırakarak benden iyi dans eden herkesi dansa kaldırdım. Bir sürü kadın dansçının stillerini izledim, work shoplarına girdim. Evde bir sürü prova yaptım. Birkaç iltifat dışında kimseden belirgin bir takdir, hayranlık emaresi de görmedim. Kendimi hep yetersiz hissettim. Dansçılar harikaydı; ama ben ne yaparsam yapayım onlar gibi olamayacaktım. Nihayet bu gereksiz negatif algıyı artık içimde barındırmamayı başardım. Şu an bulunduğum seviye 10 yıllık emeğin ürünü. İçimdeki potansiyelin farkındaydım; ancak bu, müzikle yaşamadan, müzikle iç içe geçmeden, aklını, kalbini adamadan dışa vurulabilecek bir yetenek değilmiş, bunu anlamış oldum. En büyük engelim gerçekten zihnimmiş. Nihayet hayallerimdeki gibi ışıldıyorum, parlıyorum. Bunu başarabildiğim için çok mutluyum.

Spor salonuna da kayıt oldum. Hatta basketbola merak saldım. Salonda kafama göre takılıyorum, gayet eğlenceli geçiyor. Orada birçok arkadaş edindim. Hele bir tanesi var ki, hayran olmamak elde değil. Kendisi edebiyat öğretmeni ve yoga eğitmeni. Birlikte uzun sohbetler ediyoruz, yoga yapıyoruz, müzik dinliyoruz, şarkı söylüyoruz, dans ediyoruz. Gerçekten “dream life” bu olsa gerek. Birlikteyken ikimiz de zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz.

Özel hayatıma gelecek olursak… Tweetlerinde esprisini yaptığım detoksuma devam ediyorum. Kendim için doğru olanın bu olduğuna inanıyorum. Yaşamış olduğum üzüntüyü, beslediğim duyguları birçoğunuz kendi yaşamınızda deneyimlemişsinizdir diye düşünüyorum. Ben bir insanı bütün benliğimle sevme duygusunu yaşadım. Her türlü olumsuzluğa, imkânsızlığa rağmen, ona beslediğim sevgi içimdeki çatlaklardan sızdı ve bir şekilde kendisini gösterdi. İnkâr etmenin, basite indirgemeye çalışmanın bir anlamı yoktu. Bu sevginin karşılığının olmaması bana çok şey öğretti. Öz sevginin kıymetini anlamamı sağladı. Gelip geçici, yüzeysel ilişkilerin ne kadar önemsiz olduğunu ve benim bunlara ihtiyacımın olmadığını fark etmemi sağladı. İnanın bana, şu an bir erkeğin fiziksel olarak beni arzulamasına ihtiyacım yok. Yaşım daha küçükken vardı; ama artık yok. Herkes herkesi fiziksel olarak beğenebilir. Herkes herkese ilgi duyabilir. Bunu son derece doğal buluyorum. Hatta son zamanlarda bedenimi ruhumun önündeki bir sınav gibi görmeye başladım. Ön elemeden geçebilecek insanla olmak istiyorum artık. Bu “Bilmem kaçıncı buluşmaya kadar sevişmeyeceğim” olayı değil. Sadece yaklaşımı yüzeysel olan bir erkekle münasebette bulunmak istemiyorum. Bunun sebebi de benim artık o frekansta olmamam. Ben başka bir arayıştayım. Bedensel birliktelikten ziyade ruhsal birlikteliği arıyorum. Anlamsız birlikteliklerin de ruhsal birlikteliğin gerçekleşmesini geciktirdiğine inanıyorum. Bir miktar (:D) zorlansam da bu şekilde devam edebilmeyi umuyorum.

Bize göre her şey tam olarak olması gerektiği gibiyse; ama olmuyorsa, bilin ki orada sevgi eksikliği var. Kendimizi bir başkasının üzerinden sevmeye çalışmak yerine doğrudan sevebilirsek, böyle çırpınmamıza gerek kalmayacak. İç dünyamızda verdiğimiz savaşlardan galip çıkabilirsek, kendimizi hırpalamak, yargılamak yerine benliğimize, ruhsal sancılarımıza, travmalarımıza şefkatle yaklaşabilirsek o zaman onarılacağız. O zaman doğru insan bizi bulacak. Bu nedenle, bizi yaralarımızla yüzleştiren insanlara teşekkür ederek hayatımıza devam etmeliyiz diye düşünüyorum.

İzninizle yazımı burada sonlandırıyorum. Umarım yaz bize güzellikler getirir, umarım yaralarımızı onarabiliriz, umarım kendimizi hak ettiğimiz kadar sevebiliriz. Hoşça kalın!

15 Ocak 2021 Cuma

Hayat ve Trajediler 3 - Büyük Yüzleşme

Merhaba!

Bir süredir içimde yazma isteği olmasına rağmen, düşüncelerimi toparlamakta zorlandığımı hissetmem nedeniyle blog yazısı yazamadım. Sorumluluklarımı erteler gibi kaçtım bilgisayar başına oturmaktan. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum. Yazmanın bana iyi geldiği kesin. Ama bazen kaçağı oynamak da iyi gelebiliyor.

Queen’s Gambit’e başladım. Kafasının içinde satranç oynayan Beth’te kendimi bulduğumu söyleyebilirim. Ben de düşüncelerimle oynuyorum. Bir nevi zihin egzersizi yapıyorum. Bazen beynimin kıvrımlarında dolaşmak tarifsiz bir haz veriyor. Bazense daralıp bunalıyorum. Hamlem tıkanıyor.

İki aydır terapiye gidiyorum. Bol bol arkadaşlarımla, ailemle konuşuyorum. Sağ olsunlar, varlıkları beni güvende hissettiriyor.

Bazen eski yazılarımı okuyorum. Arkadaşlarımla olan konuşmalarımı gözden geçiriyorum. Ne hissetmişim, ne düşünmüşüm, neyi fark etmişim, inceliyorum. Bazen keşfettiğim şeyleri unutmuşum mesela. Kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe geçirememişim. Onları hatırlıyorum. Yeniden anlamlandırmaya çalışıyorum. Kendimle uğraşıyorum anlayacağınız.

Bol bol dans ediyorum. Sosyal dansı çok özledim. Evde kulaklığımı takıp saatlerce dans ediyorum bazen. Özgürleşiyorum. Soyutlanıyorum. Ruhum bedenimden çıkıp gökyüzünde dolanıyor sanki. Işıkları hayal ediyorum, alkışları hayal ediyorum. Sanırım ben sanatçı olmalıymışım. Bu dürtüyü uzun yıllardan beri hissediyorum. Takdir edilme ihtiyacımı böyle karşılayabilirmişim sanırım.

Terapi bana değişik bir kapı açtı. Beni hiç tanımayan bir insan, duygularını minimum düzeyde tutarak beni anlamaya çalışıyor. Böyle olduğunda karşı tarafın fikirleri bana daha objektif ve daha gerçekçi geliyor. Yakın çevremi manipüle edebilirim ya da beni çok sevdikleri için bana hak vermeleri daha kolay olabilir. Düşüncelerimi akılcı bulan, onaylayan ve anlayan kişi bir psikiyatrist olduğunda daha bir tatmin edici oluyor. Umudum artıyor. Bu olumsuz süreci atlatabileceğine dair inancım artıyor. Elbette ki düşünemediğim, daha önce odaklanmamış olduğum konulara parmak basması da terapinin güzel yanlarından biri. Derin bir yolculuk diyebiliriz.

Yakın bir arkadaşımla hayatım hakkında konuşuyorken, “Bu kadar farkındalığı kazanman iyi mi oldu yoksa kötü mü, emin olamıyorum.” dedi. “İnsanlar bu kadar detaya takılmadan, irdelemeden, daha mutlu olabiliyorlar. Mutluluğu çok hak ediyorsun; ama mutlu olamıyorsun.” 

Mutlu hissetmek kimi zaman çok basit, eforsuz. Kimi zamansa çok zor, emek istiyor. Ben iki türlüsünü de deneyimlemiş bir insanım. Mutlu olmaya meyilli bir kişilik yapım var. Her şeyden gülünecek bir şey çıkartabiliyorum. Depresyona girdiğimden beri mutlu olmak için çaba sarf ediyorum. Bu çaba kaybolmadı. Aylardır çabalıyorum. Kendimi bir noktaya getirmeye çalışıyorum. Savunma mekanizması geliştirmeye çalışıyorum. Bunun için de hassas noktalarımı keşfetmeye çalışıyorum. Hamlelerimi sağlamlaştırıyorum. 

Kendimiz hakkında birçok önemli noktayı keşfedene kadar hayat geçip gitmiş oluyor. Hayat gerçekten çok hızlı. Eğer Covid süreci olmasa yavaşlamak aklımdan bile geçmeyecekti. Travmalarım hakkında düşünmeye, sorunlarımı irdelemeye fırsatım olmayacaktı. Üzüntülerimin kaynağına inmek yerine başka oyalanma yolları bulacaktım. Tamir etmek yerine odak değiştirecektim, çünkü değiştirmek daha kolay olacaktı. Ama bu yıl içimde çok farklı fırtınalar koptu. Üstüne gitmek istedim. Yüzleşmek istedim. Ne olduğunu anlamıyordum; ama keşfetmek istiyordum. Günlerce düşündüm. Aylarca düşündüm. Çektiğim acı sadece aşk acısı olamazdı. Bu yıkımın başka bir nedeni vardı. Kendim, arkadaşlarım, ailem, terapistim sayesinde sorunun kaynağını buldum. Bir süredir bu gerçekle yüzleşmeye çalışıyorum.

Bir önceki blog yazımda platonik aşka meyilli biri olduğumdan bahsetmiştim. İçimde büyük bir sevgi açlığı var. Sevmek, sevmek ve sevmek istiyorum. Bir kişiyi idealize etmek, kafamda ulaşılamaz bir noktaya koymak bana inanılmaz derin duygular hissettiriyor. Zaman içinde fark ettim ki, eğer o insan bana sevgisini sunarsa, benim coşkun duygularım dinginleşiyor. Beni kıvrandıran, aklımı başımdan alan duygular çekiliyor, yerini sevgiye bırakıyor. Benim “aşk” olarak ifade ettiğim duygunun kaynağı karşı tarafın ulaşılmazlığı. Bu durum yalnızca benim için geçerli değildir elbette, birçok insan için benzer şekilde olabilir. Ben nedeni bulmak istedim. Neden karşımdakini idealize ediyorum? Neden bu yüksek duyguların esiri olmak istiyorum? Neden kendimi bu simülasyona sokuyorum? Neden ona belki de sahip olmadığı misyonları yüklüyorum? Neden bana sevgisini sunması için çırpınıyorum, sevgiyi hak eden biri olduğumu ispat etmeye çalışıyorum?  Çünkü çocukluk döneminde eksik bırakılmışım. Yeteri kadar takdir edilmemiş, onore edilmemişim. Ebeveynlerim beni bu konuda yeteri kadar destekleyememiş. Annemin mükemmeliyetçi tavrı, takdir etmek yerine eleştirmesi, eleştirerek en iyiye ulaşılabileceğine inanması, bende yanlış bir sevgi mekanizması inşaa etmiş. Annemin beni yeteri kadar değerli hissettirmemiş olması, beni gerçek sevginin böyle bir şey olduğuna inandırmış. Sevgi için devamlı emek göstermem gerektiğine inanmışım. Kendimi anlatmak istemişim, ışıldamak istemişim, karşı tarafın gözlerinde o takdiri, o beğeniyi aramışım. O beğeniyi bulduğumda elbette ki karşımdaki insan gözümde değersizleşmedi. Sevdim, değer verebildim. Ama kendimi değersiz konumuna soktuğum durumlar beni en yüksek duygularla sınayan durumlardı. Çocukluğumu hatırlıyordum çünkü. Beni takdir etmeyen, bana hak ettiğimi vermeyen insandan uzaklaşmak yerine gerçek sevginin o olduğuna inanıyordum. Çünkü annemle olan duygu alışverişimiz bu şekildeydi. Bu nedenle mesafeli, soğuk insanlar ilgimi çekiyordu. Annemin ketum biri oluşu, duygularını kolay dökmeyişi benim sevgi tanımımı yarattı. Oysa bu bir insanın sevgiyi ifade ediş biçimiydi. Başarılı bir tutum olduğu söylenemez, hele ki mutlak doğru olarak asla kabul edilemez bir şeydi. Ama çocukluğumuzda bu ayrımı yapamıyoruz. Yanlış kayıtlar bilinçdışımıza çoktan yapılmış oluyor. Yetişkin bir birey olduğumuzdaysa bu sancıları çekiyoruz.

Bir önceki blog yazımda “Yanlış erkekler” konusunu ele almıştım. Aslında yanlış erkek değil birbirleri için yanlış insanlar var. Saplantıya dönüşen hiçbir duygu sağlıklı değil. Ben o yüksek duyguları hissettiğim insanda annemi gördüğümü fark ettim. Onun sevgisi, takdiri her şeyin üstünde gibi geliyordu. Oysa sevgi bu değil. Sevginin ne olduğunu artık gerçekten biliyorum. Kalbimde derinden hissedebiliyorum. İçimdeki yarayı buldum. Parlamak isteyen Sinem’i buldum. Hak ettiğim değeri, değersiz hissettirilerek elde etmeyeceğim. Bu hastalıklı bir mekanizma. Bu sağlıklı değil. Beni gerçekten görmek isteyen bunun için çaba sarf edecektir. Anlamak isteyecektir. Mesai harcayacaktır. Çünkü içinden öyle yapmak geliyordur. Eğer gelmiyorsa, orada gerçek sevgi yoktur, olmayacaktır. “Bir olmayacağım insanlarla bir olmaya çalışmaktan yoruldum.” demiştim. Onlarla olamadım, olmayacağım. Beni anlamak isteyen anlayacak. Çocukluğumdan süregelen, anlaşılmadığımı hissettiğim için yaşadığım o derin üzüntüyü tetikleyen insanları hayatımda barındırmayacağım.

Ben yaşadığım hayatın hakkını veriyorum. Belki depresyondayım, belki tükenmişlik hissediyorum; ama bu haldeyken bile büyük şeyler başarıyorum. Benim için önemi çok fazla olan farkındalıklarıma her gün bir yenisini ekliyorum. Umarım bu yazdıklarımla benim gibi arayışta olan bir insana ışık tutabilirim. Kendinize iyi bakın, bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

Herkese Merhaba!

Günlükvari 16 - Nihayet Bahar!